31 Ocak 2013 Perşembe

İNANMAZSIN...


Küçük Moiz ilkokul çağına gelmiş, okulda ilk günün akşamı eve dönmüş. Annesi: 

Oğlum öğretmenin bu gün neler anlattı size bakayım ?” diye sormuş.

Moiz:

 “Anne, Musa diye bir adam varmış, bir gün Ramses diye biriyle kapışmış, adamlarını alıp kaçmaya başlamış. Kaçmışlar, kaçmışlar bir nehrin kenarına gelmişler. Arkadan Ramses’in ordusu geliyormuş. Musa hemen cep telefonundan Mossad, CIA, Ordu, vs.. herkesi aramış. Hemen helikopterlerle askerler gelmiş, nehrin üzerine bir köprü yapmışlar. Musa ve adamları geçmiş. Ramses’in adamları köprüye girerken savaş uçakları gelmiş, köprüyü bombalamış, hepsi suya düşüp boğulmuş…”

Diye anlatırken, Anne: 

İnanamıyorum !.. Öğretmenin cidden böyle mi anlattı ?” demiş.

Oğlan da:

 “Ya,  Anne, ben sana öğretmenin anlattığı şekliyle anlatsam hiç inanmazsın..”…

29 Ocak 2013 Salı

EMPERYALİZMİN İNSANLIK ONURUNU YOK ETMESİ


Bir İngiliz soylusu uzun yıllar yaşadığı bir Afrika ülkesinden,
İngiltere'ye dönüş yapacakmış... Yanında çalışan kölesini çağırmış...
"Bak" demiş... "Sana sevineceğin bir hediye vereceğim..."
Zavallı fukara kölenin gözlerinin içi parlamış sevinçten...
İngiliz soylu devam etmiş:
"Ben artık ülkeme dönüyor, sana bireysel özgürlüğünü hediye ediyorum..."
Fukara kölenin esmer yüzü kıpkırmızı olmuş... Gözlerindeki parlaklık dönüşmüş gecenin rengine... İngiliz soylusu sormuş merakla:
"Baştan sevinçle parlayan gözlerin neden birden soldu?.."
Köle bitkin ve bezgin bir ses tonuyla cevabını verirken gözlerinden
birkaç damla umutsuzluk yaşı dökülmüş...
"Bana sevindirici bir hediye vereceğinizi söylediğinizde, o hediyenin
av köpeğiniz olacağını sanmıştım da..."

28 Ocak 2013 Pazartesi

ACEP NEDEN?


"Evrende nice sır varsa
 Hepsinden vermiştir haber.
 Kuranı yorumlayıp da
 Dincilerimiz böyle der.

 Bilinmez ne hikmet ise
 Hep batılı icat eder.
 Bir yandan atomu çözer,
 Bir yandan uzaya gider.

 Bizde "nurlu kitap" varken
 Niçin karanlıktır kader?
 Acep İslam uyuklarken
 Kuran mı okur bu kafirler?"


Aziz Nesin.

25 Ocak 2013 Cuma

HAFTANIN SÖZÜ - 44


"Bir zamanlar dünyayı din yönetiyordu. Şimdi, o zamanlara “karanlık çağlar” deniyor"

Ruth Hurmence Green (January 12, 1915 in Sumner, Iowa – July 7, 1981 in Florida) was a United States atheist and author. According to Freedom From Religion Foundation's official site, she "debunked the Bible as no one has done since Thomas Paine."
Green was born into a Methodist family in Iowa. In 1935 she graduated from Texas Tech University in journalism. She married, had three children, and settled in Missouri.
In the early 1960s she was diagnosed with cancer. During her recovery, she decided to read the Bible cover to cover, a project that took two years and made her a confirmed atheist. “I think the shock I suffered was worse than the trauma caused by my illness. ...[it] left me stunned.”
Her Bible reading led to the book The Born Again Skeptic's Guide to the Bible, which the Freedom From Religion Foundation reports has been its best seller since its publication in 1979. It is currently in the fourth edition.
When she was again stricken with cancer, this time terminal. She committed suicide.

24 Ocak 2013 Perşembe

KAVGALI İLİŞKİLER


“Kadının havaya sokulması gerekir. Cinsellikten önce sakinleştirici ve yatıştırıcı bir ilişkisi olması gerekir. Kadın ancak bu şekilde erkekle ilgili endişeleri bırakır. Cinsel sorunlar arasında en yaygın olanlardan biri partnerlerden birinin öfkeli olmasıdır. Birçok seks terapisti kadınlar için cinselliğin yirmi dört saat öncesinden itibaren gelişen olayların önemli olduğunu söylerler, erkekler içinse cinsel ilişkiden üç dakika öncesidir. Kadının beyninin birçok kısmı aynı anda aktif olduğundan öncelikle rahatlayarak ve partneriyle olumlu bağlantılar kurarak havaya girmesi gerekir. Bu yüzden, havaya girmek için güzel geçirilmiş bir yirmi dört saate ihtiyaç vardır, bu yüzden tatile gitmek inanılmaz bir afrodizyaktır. Onu günlük hayatın geriliminden uzaklaştırır. Öyleyse beyler, evet ona çiçek ve çikolata alın, tatlı sözler söyleyin –işe yaradıklarını göreceksiniz-. Bir kadın aynı anda hem erkeğine kızgın olup hem de onunla sevişmek isteyemez. Ve kadınlar, erkeğinize söyleyin, birlikte olmayı umdukları bir geceden önce sizi eleştirmeden ya da kavga çıkarmadan önce iki kere düşünsünler. Yoksa siz hazır olmadan önce her şeyin sıfırlanması için yirmi dört saat beklemeleri gerekecek.”

(Dr. Louann Birzendine, Kadın Beyni syf 102)

22 Ocak 2013 Salı

DERSİM İSYANI (MÜKEMMEL BİR YORUM)


“Dersim isyanı, gerici Şeyh Sait ve Ağrı isyanlarının bir devamıdır. İsyan, cumhuriyet rejimiyle feodal kalıntılar arasındaki çatışmanın başka bir yansımasıdır. Dersim’de kanun tanımayan çağdışı bir rejim sürmektedir. Devletin içinde başka bir devlet gibidir. Bu sebeplerle bölge, ulusal ekonomiyle de bütünleşememektedir. Kemalist iktidar, ortaçağdan kalma bu yapıyı ortadan kaldırmak için harekete geçmiş, bunun üzerine kendi hükümranlıklarının son bulacağının gören gerici aşiret reisleri, bölge halkının belirli konulardaki hoşnutsuzluklarından da faydalanarak geniş çaplı bir isyan başlatmıştır. İsyanda, Hatay meselesinden dolayı Türkiye’yle sorun yaşayan Fransa da rol oynamıştır.

Türk hükümetinin İstiklal Savaşı’ndan Dersim’e kadar bütün Kürt isyanlarına karşı aldığı önlemler meşrudur ve haklıdır. Bu mücadelede bütün ülkelerin işçi sınıfının sempatisi, kılıcını dünya emperyalist sömürüsüne karşı çekmiş olan, ulusal devrim yolunu canla başla yeniden açmaya çalışan Ankara Hükümeti’nden yanadır. Ankara’nın kararlı tutumu Sovyet Hükümeti ve uluslararası devrim hareketi tarafından desteklenmelidir. İsyanların bastırılması genç cumhuriyetin feodalizme karşı zaferidir.”

(Mehmet Perinçek, Sovyet Devlet Kaynaklarında Kürt İsyanları syf 19)

21 Ocak 2013 Pazartesi

GÜVEN

Zamanın birinde yaşlı bir adam ve dünyada tek sahip olduğu varlık olan, çok ama çok güzel bir atı varmış. Adam bir gün atıyla beraber bir yolculuğa çıkmış, yolculuk sırasında bir yerde dinlenirken yanına bir adam gelmiş ve ondan biraz ekmek ve su istemiş. Adam da bohçasında ne var ne yoksa beraber yiyebileceklerini söylemiş. Oturmuşlar beraberce yemeklerini yemişler aynı kaptan su içmişler ve aralarında güzel bir muhabbet etmişler. Yemek ve muhabbetten sonra dinlenmek için biraz uzanmışlar. Aradan zaman geçmiş, atın sahibi olan adam uyanmış bir de ne görsün, ne yemeği kalmış, ne suyu, ne de o çok sevdiği dünyalar güzeli atı var, hepsini almış gitmiş o çok güvendiği adam. Yaşlı adam hiçbir şey söylemeden biraz bakmış boşluğa ve şöyle demiş:

-Ne ekmeğimi böldüğüme yanarım, Ne suyumu böldüğüme, Ne o çok sevdiğim atımı götürdüğüne, Hani o içimdekini götürdün ya…

(alıntı-Mehmed Beşir Parlakoğlu)

18 Ocak 2013 Cuma

HAFTANIN SÖZÜ - 43

"Adil olmayan ulus, özgür olamaz." 

Emmanuel Joseph Sieyès 
(3 March 1748 – 20 June 1836), most commonly known as the Abbé Sieyès (French: [sjejɛs]), was a French Roman Catholic abbé, clergyman and political writer. 
He was one of the chief political theorists of the French Revolution, and also played a prominent role in the French Consulate and First French Empire. His 1789 pamphlet What is the Third Estate? became the manifesto of the Revolution, helping to transform the Estates-General into the National Assembly in June 1789. In 1799, he was the instigator of the coup d'état of 18 Brumaire (9 November), which brought Napoleon Bonaparteto power. He also coined the term "sociologie" in an unpublished manuscript, and made significant theoretical contributions to the nascent social sciences.

17 Ocak 2013 Perşembe

ELİNDEKİ HER ŞEYİ VEREBİLMEK


Hz. Ali'nin ağabeyi Cafer b. Ebu Talib'in oğlu Abdullah, sıcak bir günde, bir kabilenin hurmalığına inmişti. Abdullah burada dinlenirken, hurmalıkta çalışan köleye, yemek vakti üç parça ekmek geldiğini gördü.  Adam ekmeklerden birini ağzına götürmek üzereydi ki, birden önünde açlığı her halinden belli bir köpek belirdi. Köle elindeki ekmeği köpeğin önüne attı. Köpek ekmeği derhal yedi. Köle ekmeğin ikinci parçasını da attı. Köpek bunu da bir kerede sildi süpürdü. Köle bunun üzerine üçüncü parçayı da köpeğe verdi. Kalkıp, yeniden işine dönmek üzereydi ki, olup biteni uzaktan seyreden Abdullah, yaklaşıp sordu:
- "Ey köle, bugünkü yiyeceğin ne kadardı?" Köle sıkılarak cevap verdi:
- "İşte bu üç parça ekmek."
- "O halde neden kendine hiç ayırmadın?"
- "Baktım ki, hayvan çok aç. O halde bırakmak istemedim."
- "Peki sen ne yiyeceksin şimdi?"
- "Oruç tutacağım."

Bunun üzerine, Abdullah b. Cafer, köleden sahibini, evinin nerede olduğunu sordu. Sonra da gidip adamdan bu hurmalığı içindeki köleyle birlikte satın aldı. Sonra döndü, köleye bu tarlayı ve onu sahibinden satın aldığını söyledi ve ekledi:

"Seni azad ediyorum. Bu hurmalığı da sana hediye ediyorum." 

Cömertliğiyle meşhur Abdullah b. Cafer, kendisinden daha cömert birini tanıyıp tanımadığı sorulduğunda, bu olayı anlatır ve: 
"Ama o köpeğe topu topu üç parça ekmek vermiş; sense ona koskoca bir hurmalığı ve hürriyetini vermişsin" dediklerinde, şu karşılığı verirdi:
"Ama o elindeki her şeyi verdi; ben ise elimdekinin bir kısmını...
_____

16 Ocak 2013 Çarşamba

AT SIRTINDA


At sırtında imparatorluk  kurabilirsiniz, ama onu at sırtında yönetemezsiniz.”

YEH-LU-CHU-TSAİ

(Gumilev, Hunlar, syf 103)

Lev Nikolayevich Gumilyov (Rusça: Лев Никола́евич Гумилёв) (1 Ekim 1912St. Petersburg – 15 Haziran 1992St. Petersburg), Lev Gumilyov olarak bilinen, Rus tarihçi. Etnik grupların oluşması ve sonlanması ile ilgili alışılagelmişin dışında düşüncelerle Neo Avrasyacılık olarak bilinen politik ve kültürel hareketlerin yükselişiyle ilgili saptamalarda bulundu.
İkisi de tanınmış şair olan Nikolay Gumilyov ve Anna Akhmatova'nın oğlu olarak St. Petersburg'da doğdu. Lev 7 yaşındayken boşandılar. Babası anti bolşevik hareketlerinden dolayı öldürüldüğünde sadece 9 yaşındaydı. 1930'lı yıllarda annesinin hükümetle olan sorunları yüzünden Leningrad Üniversitesi'nden çıkartıldı ve gençliğinin büyük bölümünü geçirdiği, 1938'den 1956'ya kadar, Gulaglara gönderilmek üzre sınır dışı edildi. Daha sonra Kızıl Ordu'ya girdi ve Berlin Muharebesi'ne katıldı. Güvenli birşekilde ordudan ayrılmasını sağlamak için annesi Anna Ahmatova zoraki olarak Stalin'e övgü dolu yayınlar yaptıysa da, başarı sağlayamadı. İlişkileri gerginkaldı, gençliğinde yaşadığı sorunlar için annesini suçladı. 1935 ile 1949 yılları arasında üç kez tutuklanmış ve üçüncüsünde 10 yıla mahkûm edilmişken; 1956 yılında Stalin'in çıkardığı 'çocuk ebeveyninin hatasından sorumlu değildir' kararıyla tahliye edilebilmiştir.
Stalin'in ölümünden sonra Hermitage Müzesi'ne girdi, müdürü Mikhail Artamonov rehberi olarak Onu takdir ediyordu. Artamonov'un direktörlüğünde Hazar çalışmaları yapıp, bozkır insanlarıyla ilgilendi. 1960 yılında Leningrad Üniversitesi'nde konferanslara başladı. İki yıl sonra Eski Türkler ile ilgili doktora tezini yaptı. 1960'lı yıllardan sonra, Coğrafya enstitüsünde bu sefer konusu Coğrafya olan başka bir doktora tezi hazırladı. 1986 yılında emekli oldu.
Onun fikirlerinin, Sovyetlere ait resmi doktrin ile geri çevirilmesine ve monografilerinin çoğunun yayınlanmasının yasak olmasına rağmen, Gumilyov özellikle Perestroika yıllarında ilgi çekmeyi başardı. Popülaritesinin bir göstergesi olarak, Kazakisan başkanı Nursultan Nazarbayev,yeni Kazak başkenti Astana'da tam sarayının karşısına Lev Gumilyov  Avrasya Universitesini inşa ettirdi.
Ölümünden sonra Rusya'da adına; 'Gumilyov Dünyası Vakfı' adında bir vakıf kurulmuş ve bütün eserleri yeniden yayınlanmıştır.

14 Ocak 2013 Pazartesi

HER ŞEY ALLAH'TAN...


(Bir tren kazasının "Takdiri ilahi" , "Her şey Allah'tan" şeklindeki yaklaşımlarla açıklanmasını eleştiren birinin, guruptaki Avni Anıl'a ne düşündüğünü sorması üzerine, Avni Anıl'ın anlattığı fıkradır.)
Bektaşi'nin biri her gün kasabada 'Her şey Allah'tan', 'Her şey Allah'tan' diye mırıldanarak dolaşır dururmuş. Bir gün kasabanın serseri delikanlılarından biri, yine böyle mırıldanarak dolaşmakta olan Bektaşi'ye arkasından sessizce yaklaşmış, ensesine okkalı bir şaplak atmış. Canı fena halde yanan Bektaşi'nin pür hiddet dönüp kendisine ters ters baktığını görünce;

-Öyle ne bakıyorsun baba erenler demiş, hani her şey Allah'tandı.

-Tabii demiş Bektaşi, her şey Allah'tan da, ben hangi deyyusu aracı ettiğine bakıyorum.

2 Ocak 2013 Çarşamba

LAFLA PEYNİR GEMİSİ YÜRÜMEZ

Lafla peynir gemisi yürümez: sadece konuşmak, dayanağı olmadan gerçekleştirilemeyecek sözler vermek anlamında kullanılan bir deyimdir. Hikayesi ise şöyledir;

Rivayete göre bir zamanlar İstanbul’da, Edirneli Aksi Yusuf adında bir peynir tüccarı varmış. Madrabaz ve cimri birisi olup Trakya’dan getirttiği peynirleri İstanbul’da satar, artanını da deniz yoluyla İzmir e gönderirmiş. İzmir’de peynir fiyatları yükseldikçe elinde ne kadar mal varsa gemilere yükletir ama navlunu peşin vermek istemeyerek, kaptanları yalanlarıyla oyalar durur,
-Hele peynirler sağ salim varsın, istediğin parayı fazla fazla veririm,- diye vaatlerde bulunurmuş.
Birkaç kez aldanan tüccar gemi kaptanlarından birisi, yine İzmir’e doğru yola çıkmak üzere iken diklenmiş:
-Efendi tayfalarıma para ödeyeceğim. Geminin kalkması için masarifim var. Navlunu peşin ödemezsen Sarayburnu’nu bile dönmem.Aksi Yusuf her zamanki gibi,
-Hele peynirler salimen varsın... demeye baslar başlamaz gemici:
-Efendi, lafla peynir gemisi yürümez. Buna kömür lazım, yağ lazım.
Aksi Yusuf parayı ödemiş. O gün akşama kadar şu bir tek cümleyi sayıklayıp durmuş.
-Lafla peynir gemisi yürümez.  Vee deyim günümüze kadar ulaşmış.