28 Temmuz 2015 Salı
27 Temmuz 2015 Pazartesi
24 Temmuz 2015 Cuma
15 Temmuz 2015 Çarşamba
ATATÜRK GENÇLERİNE BİR BAYRAM ARMAĞANI
*Atatürk'ün Yaveri Muzaffer Kılıç anlatıyor;*
Bir gün Atatürk'le beraber
Abidinpaşa'dan gelip Samanpazarı yoluyla Ulus'a geçiyorduk.
O zamanlar Samanpazarı'nda bulunan üç
beş dükkandan birisi Ali Efendi isimli kitapçıya aitti. Kitapçı dükkanının
kepenklerinde, nefis bir halı asılmış duruyordu. Harp yıllarının sonu
olduğundan hiçbir yerde, hele Ankarada böyle güzel bir şey görmek pek şaşırtıcı
olduğu için bu halı Atatürk'ün de dikkatini çekti. Hemen arabayı durdurup indik.
Beraberce dükkana yürüdük. Kitapçı,
Ata'yı görünce, buyurun Paşam diyerek heyecanla bir emri olup olmadığını sordu.
Paşa da bu halıyı çok güzel bulduklarını ifade ettiler. Kitapçı;
- "*Paşam, bu halı bir
müşterimin. Paraya ihtiyacı olmuş, satılması için bana** **bıraktılar. Benimle
bir ilgisi yok*" dedi.
Atatürk, böyle güzel bir halının çok
kıymetli olduğunu, bunu halı sahibinin nereden almış olabileceğini öğrenmek
istediler. Kitapçı ezile büzüle;
- "*Paşam, emanet koyan isminin
söylenmemesini özellikle rica ettiler, müsaade ederseniz ismini
söylemeyeyim*" dedi.
Bu sefer Atatürk daha çok merak edip;
- "*Çocuk, belki halıyı almak
isteyeceğiz. Kimin ve kaça olduğunu öğrenmek isteriz*" dediler.
Kitapçı;
- "*Paşam 40 lira istemişlerdi
" *deyip yine halı sahibinin ismini vermedi. Atatürk halı sahibini
iyice merak edip ısrar edince de, kitapçı istemeyerek ve sıkılarak;
- "*Abdülhalim Çelebi
Hazretlerinin Paşam* " dedi.
Abdülhalim Efendi, Mevlana
sülalesinden gelmiş, Konya milletvekili olarak Mecliste görev yapıyordu. Kapısı
herkese daima açık, cömert, gayet güzel konuşan, Mevlevi kalpağı ile gezen,
akıllı, sevimli, hoş sohbet, özü sözü doğru bir kişiydi.
Atatürk, bu cevabı alınca çok
duygulandı ve bana dönerek dükkana 40 lira bırakmamı emretti.
Hemen parayı bıraktım. Kitapçı halıyı
koşarak indirip paket yapmaya koyuldu.
Bu arada Atatürk, Abdülhalim
Efendi'nin kişiliğinden övgüyle bahsederek;
- "*Abdülhalim Efendi, evde
halısını satacak kadar parasız kalıyor ama, kapısını kimseye kapamıyor*"
diyerek onu övdü. Sonra da kitapçıya dönerek;
- "*Bana bak, halıyı biz
alıyoruz. Fakat halıyı Abdülhalim Efendi'nin evine yollayınız, biz oradan
aldırırız. Akşamüzeri de kendilerine bir kahve içmek için geleceğimizi
söyleyiniz.*" dediler. Kitapçı bu davranışa şaşırmış bize bakarken,
arabaya binip uzaklaştık.
Aynı akşam Abdülhalim Efendi'nin
evine gittik. Kendisi bizi avlu kapısında karşıladı.
Eve girince baktım halı, kapı
arkasında paketli olarak duruyordu. Mütevazı evinde minderlere oturuldu,
kahveler içildi.
Abdülhalim Efendi;
- "*Paşam halıyı almışsınız.
Fakat halı evime geri geldi. Müsaade ederseniz, arabanıza koyduralım.*"
dedi.
Atatürk de;
- "*Abdülhalim Efendi halı yine
bizim olsun. Biz arada sırada sana kahve içmeye geldikçe onun üzerinde
kahvemizi içeriz.*" diyerek halıyı açtırdılar ve odaya serdirdiler.
Kahveler içildi ve sohbet edildi.
Giderken Abdülhalim Efendi yine bizi kapıya kadar uğurlayarak;
- "*Paşam eğer müsaadeniz olursa
halıyı...*" derken Atatürk sözünü keserek mütebessim;
- "*Abdülhalim Efendi, onu sana
emaneten bırakıyoruz. Her gelmemizde onu burada görmek ve üzerinde oturmak
isteriz.*" diyerek veda edip ayrıldılar.
Böylece Atatürk, Abdülhalim Çelebi
Efendi'ye, kitapçıya bile belli etmemeye çalışarak ihtiyacı olan yardımı
yapmış, fakat halıyı almamışlardı.
Bu ibret verici anı; O büyük *asker*,
*devlet adamı* ve *devrimci liderin*, en az bu nitelikleri kadar büyük olan
*insanlığını* anlatmasının yanı sıra, onun, gerçek dindar ve üstelik bir
tarikat mensubu olan Çelebiye saygısını göstermesi bakımından da ayrı bir önem
taşıyor.
Abdülhalim Efendi, o halıyı Konya
Mevlânâ Müzesi kurulunca oraya armağan etmiştir. Görülüyor ki, Abdülhalim Efendi
de bu asil davranışı kötüye kullanmamış ve halıyı sahiplenmeyip, layık olduğu
yere armağan etmiştir. (1922).Ayrıca; Herkese açık sofrasını sürdürebilmek için
halısını satan bir
tarikat ehlinin, dini siyasete alet ederek para, mevki ve güce ulaşan, yurt içinde ve dışında saf ve eğitimsiz vatandaşları sömürerek trilyonluk mal varlıklarının sahibi olup sefa süren, günümüz *din ve tarikat* * bezirganlarından* farklılığını da ortaya koyuyor.
tarikat ehlinin, dini siyasete alet ederek para, mevki ve güce ulaşan, yurt içinde ve dışında saf ve eğitimsiz vatandaşları sömürerek trilyonluk mal varlıklarının sahibi olup sefa süren, günümüz *din ve tarikat* * bezirganlarından* farklılığını da ortaya koyuyor.
Tabii, anlayana ve anlamaktan yana
nasibi olanlara !
*Alıntı *: Atatürkten Hiç Yayınlanmamış Anılar /
*Prof.Yurdakul Yurdakul*
13 Temmuz 2015 Pazartesi
10 Temmuz 2015 Cuma
8 Temmuz 2015 Çarşamba
7 Temmuz 2015 Salı
BİR EŞEK ÖYKÜSÜ
Antik Yunan döneminde (MÖ 620-560 yılları arasında) Ege'de yaşayan ünlü masalcı Ezop'un iki bin altı yüz yıldır canlılığını yitirmeyen
öyküsü:
Hikaye bu ya...
Hikaye bu ya...
Bir inek, bir beygir, bir eşek, etrafa
dağılıp insanların ne yaptıklarını öğrenmeye ve üç yıl sonra buluşmaya karar verirler... Her biri başka yöne
gider.
Aradan üç uzun yıl geçtikten sonra buluşma yerine önce inek ve beygir gelir... İkisi de perişan bir halde, zayıflamış, dişleri dökülmüş, kamburları çıkmış, adeta çökmüştür.
Beygir merakla sorar:
Aradan üç uzun yıl geçtikten sonra buluşma yerine önce inek ve beygir gelir... İkisi de perişan bir halde, zayıflamış, dişleri dökülmüş, kamburları çıkmış, adeta çökmüştür.
Beygir merakla sorar:
'Nedir bu halin inek kardeş?'
İnek acıklı bir şekilde içini çekerek anlatır:
'Sorma beygir kardeş... Bu insanlar çok merhametsiz... Beni durmadan birbirlerine sattılar. Alan sütümü sağdı. Bir inek daha bulup onu yanıma koyarak bizi çifte koştular, aç bıraktılar. Canımı zor kurtardım be kardeş.'
Beygir de acı acı başını sallayarak anlatır:
'Ah, sorma... Benim de ağzıma bir demir parçası geçirdiler, ağzımı açamadım. Üzerime bindiler, ses çıkaramadım. Biri indi, öbürü bindi! Binmedikleri zamanlar zincire vurdular. Belim çöküp de onları taşıyamaz bir hale geldiğinde arkama kocaman bir araba bağladılar. Bu sefer birçoğunu yeniden taşımaya başladım. Ben onları taşıdıkça, daha hızlı gitmem için kırbaçladılar. Canımı zor kurtardım inek kardeş.'
İnek ve beygir böyle konuşurken uzaktan eşek görünür. Hayli neşelidir. Islık çala çala, taşlara tekme ata ata, hoplaya zıplaya gelir. Mutludur. Üstelik şişmanlamıştır. Tüyleri pırıl pırıl parlamakta, gözlerinin içi gülmektedir. Üzerinde lacivert takımlar vardır.
İnek ile beygir şaşırmış bir şekilde,
İnek acıklı bir şekilde içini çekerek anlatır:
'Sorma beygir kardeş... Bu insanlar çok merhametsiz... Beni durmadan birbirlerine sattılar. Alan sütümü sağdı. Bir inek daha bulup onu yanıma koyarak bizi çifte koştular, aç bıraktılar. Canımı zor kurtardım be kardeş.'
Beygir de acı acı başını sallayarak anlatır:
'Ah, sorma... Benim de ağzıma bir demir parçası geçirdiler, ağzımı açamadım. Üzerime bindiler, ses çıkaramadım. Biri indi, öbürü bindi! Binmedikleri zamanlar zincire vurdular. Belim çöküp de onları taşıyamaz bir hale geldiğinde arkama kocaman bir araba bağladılar. Bu sefer birçoğunu yeniden taşımaya başladım. Ben onları taşıdıkça, daha hızlı gitmem için kırbaçladılar. Canımı zor kurtardım inek kardeş.'
İnek ve beygir böyle konuşurken uzaktan eşek görünür. Hayli neşelidir. Islık çala çala, taşlara tekme ata ata, hoplaya zıplaya gelir. Mutludur. Üstelik şişmanlamıştır. Tüyleri pırıl pırıl parlamakta, gözlerinin içi gülmektedir. Üzerinde lacivert takımlar vardır.
İnek ile beygir şaşırmış bir şekilde,
'Nedir bu halin? Neler oldu? Neden böyle zevkten dört
köşesin?'
diye sorarlar.
Eşek keyifli bir şekilde anlatır:
'Sizden ayrıldıktan sonra uzakta bir memlekete vardım. Birisi yukarı çıkmış bağırıyor, bağırdıkça insanlar onu alkışlıyordu.
Eşek keyifli bir şekilde anlatır:
'Sizden ayrıldıktan sonra uzakta bir memlekete vardım. Birisi yukarı çıkmış bağırıyor, bağırdıkça insanlar onu alkışlıyordu.
Ben de yüksekçe bir yere çıkıp bağırdım. Benim
bağırmamı bilirsiniz, yeri göğü inletirim. Sesimi duyan benim yanıma koştu, duyan duymayana haber
verdi, etrafım insanla doldu. Onlar geldikçe ben daha çok bağırdım. Haktan, hukuktan,
refahtan,
adaletten filan bahsettim...'
'Eee, sonra ne oldu?'
'Eee, sonra ne oldu?'
'Ne olacak beni başkan seçtiler!'
'Deme yahu.. Yani sen başkan mı oldun?'
'Evet... Bir şey yapmama gerek kalmadı. Ben bağırdıkça onlar 'Seninle gurur duyuyoruz' diye alkışladılar. Ben de yedim ve bağırdım, yedim ve bağırdım!'
'Pekiii, senin eşek olduğunu anlamadılar mı yahu?'
'Valla, yarısı anladı ama diğer yarısına anlatamadı!'
5 Temmuz 2015 Pazar
3 Temmuz 2015 Cuma
2 Temmuz 2015 Perşembe
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)