30 Mayıs 2012 Çarşamba

MESELE KUYUMCUYU BULMAKTADIR...

Vaktiyle bir bilge hoca, yıllarca yanında yetiştirdiği öğrencisinin seviyesini öğrenmek ister. Onun eline çok parlak ve gizemli görüntüye sahip iri bir nesne verip: "Oğlum" der, "Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir."
Öğrenci elindeki ile çevresindeki esnafı gezmeye başlar.İlk önce bir bakkal dükkanına girer ve "Şunu kaça alırsınız?" diye sorar .
Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği nesneyi eline alır; evirir çevirir; sonra: "Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın" der.
İkinci olarak bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği nesneye ancak bir beş lira vermeye razı olur.
Üçüncü defa bir semerciye gider: Semerci nesneye şöyle bir bakar, "Bu der "benim semerlere iyi süs olur. Bundan "kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna bir on lira veririm."
En son olarak bir kuyumcuya gider. Kuyumcu öğrencinin elindekini görünce yerinden fırlar. "Bu kadar değerli bir pırlantayı, mücevheri nereden buldun?" diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder. "Buna kaç lira istiyorsun?" 
Öğrenci sorar: "Siz ne veriyorsunuz?" 
"Ne istiyorsan veririm."
Öğrenci, "Hayır veremem." diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar:
"Ne olur bunu bana satın. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim."
Öğrenci emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker.
Mücevheri alıp kuyumcudan çıkan öğrencinin kafası karma karışıktır. Böylesi karışık düşünceler içinde geriye dönmeye başlar. Bir tarafta elindeki nesneye yüzünü buruşturarak 1 lira verip onu oyuncak olarak görenler, diğer tarafta da mücevher diye isimlendirip buna sahip olmak için her şeyini vermeye hazır olan ve hatta yalvaran kişiler..
Bilge hocasının yanına dönen öğrenci, büyük bir şaşkınlık içinde başından geçen macerasını anlatır.
Bilge sorar: "Bu karşılaştığın durumları izah edebilir misin?"
Öğrenci: "Çok şaşkınım efendim, ne diyeceğimi bilemiyorum, kafam karmakarışık" diye cevap verir.
Bilge hoca çok kısa cevap verir: 
"Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bilen anlar ve o değerini bilenin yanında kıymetlidir."
Her insanın hayatında varlığını ve değerini bilen, hisseden, fark eden kuyumcular mutlaka vardır. Mesele kuyumcuyu bulmaktadır...
İşte, aşkta, arkadaşlıkta ve yaşamın her anında gerçek kuyumcuyu bulmanız dileğiyle...

28 Mayıs 2012 Pazartesi

ÇILGIN TÜRKLER KIBRISTA - 7

“… Helikopterler Beşparmak dağına yaklaşırken uçaksavarların ateşiyle karşılaştılar. Dağınık, düzensiz bir savunmaydı bu. Helikopterler vurulmamak için zikzak yaparak, Saint Hilarion bölgesinin üzerinden aştılar. Kalenin en yüksek burcunda Türk Bayrağı dalgalanıyordu. Kaledeki mücahitler gökleri kaplayan helikopterlere sevinç, hayranlık, saygı ve özlem içinde selam durdular. Helikopterler Kırnı havaalanı çevresine ineceklerdi. Rumlar paraşütçülere hemen hiç ateş etmemişlerdi. Bazıları felç halinden oldukça kurtulmuş olmalılar ki inmeye başlayan helikopterlere ateş açtılar. Ne var ki gelişigüzel, başarısız ve panik halinde bir ateşti bu. Bazı helikopterler isabet aldı ama hiçbiri ciddi bir sonuç yaratmadı.(*)
     Helikopterler kızaklarını yere değdirmediler. Hızla havalanıp geri dönebilmek için yerden 1-1,5 metre yüksekte durdular. Rüzgarlarından toz toprak uçuşuyor, göz gözü görmüyordu…”

(Turgut Özakman, Çılgın Türkler Kıbrıs syf 346)

(*) Bir nakliye uçağı isabet aldığı için Silifke yakınına zorunlu iniş yapmıştır. Bu uçak dışında bütün nakliye uçakları ve helikopterler eksiksiz geri döndüler. Kıbrıs harekatında bazı nakliye uçakları ile helikopterler önemsiz isabet alacaklar, hiçbir nakliye uçağı ve helikopterler kaybedilmeyecektir. Savaş uçakları hakkında ayrıca bilgi vereceğim.

24 Mayıs 2012 Perşembe

LİDERLİK DEDİĞİN…

İnönü, Rusya seyahati dönüşü, Bulgaristan elçiliğimizde mahsur kaldı. Bulgar çeteciler İnönü'yü öldürmek için elçiliğimizi kuşatmışlardı.
Bulgaristan'a ihtar verildi ama, hükümeti umursamadı.
Ankara'daki bazı kafalar çareler düşündüler. İşin içinden çıkamadılar.
Atatürk'e sordular. O,
"sizler ne düşünüyorsunuz"?, diye sordu.
"Bulgaristan'a ekonomik baskı uygulayalım " dediler.
Atatürk, güldü:
"Telefonu verin bana", dedi. Donanmaya emir verdi. Ertesi sabah, Yavuz zırhlısı İzmit'ten Varna'ya gitti. Limanda havaya yüz bir pare top atışı yaptı. Topların gürültüsünden evlerin camları kırıldı. ...
Gemi amirali Bulgar yetkililere,
"İsmet Paşa'yı almaya geldim", dedi.
Bulgar hükümeti, İsmet Paşa'yı Sofya'dan Varna'ya zırhlı bir trenle derhal getirdi.
Oradan da bando ve merasimle Yavuz'a uğurladı. Amiralimiz, kırılan camların parasını ödedi.
İsmet Paşa'yı yurda getirdi.
Kaynak: Avni Altıner, "Her Yönüyle Atatürk"
(Osman Oy, "Yorumsuz", Oda Yayınları., 1. baskı, Haziran 2007, İstanbul, s.387-388)

23 Mayıs 2012 Çarşamba

TÜRKLER HAKKINDA (9)

"Silahlı bir milletin en can alıcı timsali Türklerdir. Türk ata biner gibi oturur, keşfe yollanan asker gibi uyanık yürür. Türklerin ruhu yeniden parlayacak ve silah kullanmak için doğan bu kahraman milletin tarihi eski ışığını bulacaktır."
Helmuth Karl Bernhard von Moltke (d. 26 Ekim 1800ö. 24 Nisan 1891), Prusyalı (Alman) bir generaldir. Osmanlı padişahı II. Mahmut tarafından Osmanlı ordusunu yenileştirmekle görevlendirilmiştir.
Kopenhag Askeri Okulu'nda okudu, Danimarka ordusunda hizmet gördü. 1828'de Prusya ordusuna geçti. Clausewitz'in etkisi altında kalarak askeri tarihe merak sardı. 1838 Genelkurmaya girdi. 1835-1839 arasında Osmanlı ordusunda öğretmenlik ve müşarvirlik yaptı. Osmanlı başkumandanı Hafız Osman Paşa maiyetinde müşavir olarak Nizip Muharebesi'ne katıldı. Berlin'e dönünce önce Magdeburg'daki 4. kolordu kurmay başkanlığına, sonra veliaht Friedrich Wilhelm'in yaverliğine atandı. Friedrich Wilhelm kral olunca, Moltke'yi genelkurmay başkanlığına getirdi (1857).
1866 ve 1870 savaşlarında Avusturya ve Fransa'ya karşı harekatı yönetti ve büyük saygınlık kazandı. Alman İmparatorluğu'nun kuruluşundan sonra, 1871'de kont, 1872'de Yüksek Meclis üyesi oldu. 1870'in konfederasyon ordusunu gerçek bir Alman ordusu haline getirdi. Kumandası altında bu orduya Prusya askeri geleneğini aşıladı. 1888'e kadar tam otuz bir yıl genelkurmayı yönetti.
Briefe aus der Türkei (Türkiye'den Mektuplar) adlı kitabı Turkiye'de Moltke'nin Türkiye Mektupları ismi ile basıldı.

22 Mayıs 2012 Salı

ÇILGIN TÜRKLER KIBRISTA - 6

"Beşparmak dağının denize bakan yüzündeki koruganlarda bulunan Rumlar, Girne’ye doğru yaklaşan çıkarma gemilerini görmüşlerdi. Türklerin Magosa’ya ek olarak bir de Girne’ye çıkarma yapmaları çok ürküttü. Ama kendilerini çabuk toparlayanlar ötekileri yatıştırdılar. Beton koruganlar içindeydiler. Yiyecekleri boldu. Silahça çok üstündüler. Bitmeyecek kadar çok mermileri vardı. Koruganların arkasında derin, çok katlı cephanelikler her çeşit mühimmat sandıklarıyla doluydu. Kurulmaya başlanan ihtiyat birliklerinden takviye de gelirdi. Girne’nin doğusunda ve batısında da güçlü birlikler ve Sovyetler’den alınma 7 tane de ağır T-34 tankı vardı.
     Türkleri denize dökebileceklerine inandılar.
     Ertuğrul’a yanaşıp askerleri alan 8 çıkarma gemisi kıyıya doğru ilerliyordu. Beşparmak dağındaki ve kıyıdaki Rum askerlerin gördüğü çıkarma gemileri bunlardı. Biraz sonra Pladini’ye çıkacak olan askerler neşe içinde marşlar söylüyorlardı.
     Son dört çıkarma gemisi, 5 mil yol alan Ertuğrul’un gövdesine zarar vermeyecek şekilde iki yandan yanaştı, hızını geminin hızına uydurdu, ağlardan cambaz gibi aşağıya inen sın deniz piyadelerini alıp ayrıldı. Bu olay 15 dakika bile sürmedi.
     İlk 8 geminin ardına takıldılar."

(Turgut Özakman, Çılgın Türkler Kıbrıs  syf 344-345)

21 Mayıs 2012 Pazartesi

ÇILGIN TÜRKLER KIBRISTA - 5

"Paraşütle Hamitköy yakınına inen Tugay Komutanı Tuğgeneral Sabri Evren ve karargah mensuplarını birkaç mücahit heyecan ile izliyor, saygı yüzünden yaklaşamıyordu. Hava İndirme Tugay İstihbarat Şube Müdürü Kurmay Binbaşı Cumhur Evcil daha önce Kıbrıs’ta Zafer kod adıyla Grup Komutanı olarak bulunmuştu. Mücahitlerden birini tanıdı. Bu, Saffet’ti. Yaklaştı, sordu;
     “Beni tanıdın mı Saffet?”
     Saffet, gözleri dolarak esas duruşa geçti:
     “Tanımazmıyım? Sen, Zafer Komutanımsın!”
     Sarıldılar ve sevinçle ağlaştılar. Cumhur bey yıllarca önce, ayrılış günü, ‘ben yine geleceğim’ demişti. İşte gelmişti. Hem de gökten.
     Komutan Türk Alay Komutanı ve Bayraktar ile görüşmek istiyordu. Saffet’in bulduğu bir otomobil ile Gönyeli’ye gittiler."

(Turgut Özakman, Çılgın Türkler Kıbrıs syf 341)

18 Mayıs 2012 Cuma

HAFTANIN SÖZÜ - 21

"Geleceği görebilmek için tarih bilmek çok önemli. Birey için hafıza neyse bir ulus için de tarih odur.  Tarihini çarpıtan bir toplum nörotik bir kişi; tarihini bilmeyen toplum ise hafızasını yitirmiş bir insan gibidir."
Bernard Lewis
(d. 31 Mayıs 1916, Londra, İngiltere), Amerikalı tarihçidir. Princeton Üniversitesi'nde profesördür. İslam tarihi ve İslam-Batı ilişkisi hakkında uzmanlaşmıştır. Ortadoğu hakkında uzmanlaşmış batılı uzmanlar arasında en çok okunan yazarlardandır. Yahudi kökenlidir ve George W. Bush'un danışmanlığını yapmıştır.
Lewis, 1993 yılında Le Monde gazetesine verdiği bir demeçte 1915 yılında Ermenilerin Osmanlılar tarafından öldürülmesinin bir "soykırım" olmadığını, "savaşın bir yan ürünü" olduğunu söylemişti. Paris’te bir mahkeme bunu Ermeni soykırımının inkarı olarak kabul etmiş ve tarihçiyi sembolik olarak 1 Frank para cezasına çarptırmıştı.
Londra Üniversitesi'nde eğitim gördü; yüksek lisansını Ortadoğu Tarihi yoğunluklu olmak üzere Tarih konusunda, doktorasınıysa İslam Tarihi konusunda yaptı. Paris Üniversitesi'ndeki araştırmaları sırasında Türkçe öğrendi. 1938 yılında ders vermeye başladı. 1974'e kadar Londra Üniversitesi'nde, 1974-1986 arasındaysa Princeton Üniversitesi'nde hocalık yaptı. 1998 yılında Atatürk Barış Ödülü'nü aldı. Araştırma alanları Ortaçağ İslam Dünyası, günümüz Ortadoğusu ve Osmanlı Devleti'dir.
Başlıca Yapıtları: The Arabs in History (1950); The Emergence of Modern Turkey (1961); The Assassins (1967); The Muslim Discovery of Europe (1982); The Political Language of Islam (1988); Race and Slavery in the Middle East: an Historical Enquiry (1990); Islam and the West (1993); Islam in History (1993); The Shaping of the Modern Middle East (1994); Cultures in Conflict (1994); The Middle East: A Brief History of the Last 2,000 Years (1995); The Future of the Middle East (1997); The Multiple Identities of the Middle East (1998); A Middle East Mosaic: Fragments of life, letters and history (2000).
Türkçede yayımlanmış yapıtları: Modern Türkiye'nin Doğuşu (1988), İslam'ın Siyasal Söylemi (1993), Ortadoğu: Hıristiyanlığın Doğuşundan Günümüze 2000 Yıllık Tarihi (1996), İslam Dünyasında Yahudiler (1996), Müslümanların Avrupa'yı Keşfi (1997), Çatışan Kültürler - Keşifler Çağında Hıristiyanlar, Müslümanlar, Yahudiler (1999), Ortadoğu'nun Çoklu Kimliği (2000), Tarihte Araplar (2000).
1998 yılında Atatürk Uluslararası Barış Ödülü'ne layık görüldü.

16 Mayıs 2012 Çarşamba

TÜRKLER HAKKINDA (8)

Türklerin biricik sevdikleri şey hak ve hakikattir. Hiçbir haksızlık yapmadıkları halde haksızlığa uğramışlardır.
Wiliam Pitt (d. 28 Mayıs 1759 – ö. 23 Ocak 1806), Birleşik Krallık tarihinin en genç başbakanıdır. 1773 yılında, henüz 14 yaşındayken üniversiteye kabul edilmiştir. Göreve geldiğinde henüz 24 yaşındaydı. 19 Aralık 1783 yılında başbakan olmuştu. Osmanlı Devleti'nin İngiltere tarafından korunarak parçalanmamasını diğer adıyla denge siyasetini ortaya çıkaran devlet adamı da William Pitt olmuştur. 2 kez başbakanlık görevi üstlenen Pitt 1804 yılında istifa etmiş, ve 2 yıl sonra Napolyon'un İngiltere'ye karşı galip olduğunu duyduğu sıralarda çok hasta olan Pitt bu haberden kısa bir süre sonra ölmüştür.

15 Mayıs 2012 Salı

ÇILGIN TÜRKLER KIBRISTA - 4

     "Paraşütçüleri taşıyan nakliye uçakları radara yakalanmamak için deniz üzerinde çok alçaktan uçuyorlardı. Uçaklarda paraşütçülerin atlayacakları kapı açıktı. Soğuktan ve heyecandan titriyorlardı. Kıbrıs göründü. Beşparmak dağlarını aşmak için yükseldiler. Uçaksavar atışları arasında dağı aştılar. 36 uçak büyük gövdeleri, geniş kanatları ile gökyüzünü örtmüştü. Uçaklar üçlü kol düzenine geçtiler. İkiye ayrıldılar. 1. Paraşüt Taburu Kırnı havaalanı çevresine, 2. Paraşüt Taburu Gönyeli-Hamitköy arasına atlayacaktı. Uçaklar 250 metreye indiler. Seslerinden hava ve yer sarsılmaktaydı. Yerden havaya uçakları ve paraşütçüleri uyarıcı renkli dumanlar yükseliyordu. Türk kesiminin sınırlarını gösteren işaret bezleri rahatça görülüyordu.
     Uçakları duyan, gören Türkler büyük bir sevinç içinde yollara döküldü.
     Komutan Gönyeli-Hamitköy arasına atlayacak olan 2. Par. Taburuyla birlikteydi. Her uçakta atlama noktasına gelinceye kadar pilotlar aşama aşama uyarı zilleri çalıyor, atlama noktasına gelince atlama zilini çalmaya başlıyorlardı. Bu zil çalınınca, paraşütçüler, atlatıcıların yardımıyla “Allah!” diye haykırarak, komandı naraları atarak sırayla atlamaya başladılar.
     Saat 07.00’ydi.
     Gökyüzü 1.081 paraşütle doldu.(*) Kıbrıs toprağına rahmet gibi yağıyorlardı. Kıbrıslı Türklerin kimi sevinçten ağlıyor, kimi teşekkür secdesine kapanıyor, kimi avaz avaz bağırıyordu. Denktaş’ın gözyaşları ip gibi yüzüne akıyordu.
     Acı, zulüm, ölüm, horlanma, eziyet, baskı ile dolu karanlık, kanlı yıllar sona ermişti.
     BM Barış Gücü Avusturyalı bir refakat subayı vermişti. Avusturyalı Yarbay uçaklardaki ay yıldızı ve paraşütçüleri görünce, Denktaş’ın elini tuttu, “Sizi kutlarım, artık kurtuldunuz!” dedi. Türklerin ne çektiğini biliyordu.
     Türkler, askeri kucaklamak, öpmek, yakından görmek için koşuyorlardı. Bir Kıbrıs Türkü, bütün Rumlara işittirmek ümidiyle sesi çıktığı kadar bağırıyordu:
     “Türkler gelirse işte böyle gelir!”
     Doğudaki ve batıdaki Rum kesimlerinden birkaç el ateş edildi. O kadar. Hiç görmedikleri, hayal bile etmedikleri bir olay yaşıyorlardı. Gerçekten felç olmuş gibiydiler. Ateşi sürdürseler, mücahitler tetikte bekliyorlardı. Paraşütçüleri korumak için canları feda etmekten kaçınmayacaklardı. İki paraşüt taburu sadece bir şehit vererek yere indi: Bir erin paraşütü açılmamıştı. (**)
     Yunanistan ve Rum Yönetimi hem fizik, hem psikolojik baskına uğramıştı."

(*) Sayı için kaynak: Cumhur Evcil a.g.e. s.37 (Tugay Karargahı + 2 tabur + topçu bataryası mürettebatı); 1. Par. Tb’dan bir er, 2. Par. Tb’dan bir Sb, bir Astsb ve birkaç erin atlama sırasında sakatlandıkları anlaşıldı. Türk Alayı hastanesine gönderildiler. Boğazköy’de de bir sağlık istasyonu açılmıştı.
(**) Şehit erin adı Necmettin İnan

(Turgut Özakman, Çılgın Türkler Kıbrıs, syf 337-339)

14 Mayıs 2012 Pazartesi

ÇILGIN TÜRKLER KIBRISTA - 3

“…Bakanlar Kurulu toplantısından çıkan Ecevit, Başbakanlığın önünde bekleyen yüzü aşkın basın mensubuna kısa bir açıklama yaptı.
     Saat 06.10’du.
     Radyo dinleyicileri Başbakanın konuşmasını kendi sesinden saat 06.30’da dinleyebileceklerdi. Ankara Televizyonu açıklamayı canlı olarak veriyordu:
     Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kıbrıs’a indirme ve çıkarma harekatı başlamış bulunuyor. Allah milletimize, bütün Kıbrıslılara ve insanlığa hayırlı etsin. Bu şekilde insanlığa ve barışa büyük hizmette bulunmuş olacağımıza inanıyoruz. Öyle umarım ki kuvvetlerimize ateş açılmaz ve kanlı bir çatışma olmaz. Biz aslında savaş için değil, barışı getirmek için Ada’ya gidiyoruz. Bu karara ancak tüm politik ve diplomatik yolları denedikten sonra mecbur kalarak vardık…
     Yalnız kameraların sesi, fotoğraf makinelerinin çıtırtısı duyuluyordu.
     ‘…Bütün dost ülkelere, bu arada son zamanlarda yakın istişarelerde bulunduğumuz dost ve müttefikimiz Birleşik Amerika’ya ve İngiltere’ye meselenin müdahalesiz halledilmesi, diplomatik yollardan halledilebilmesi için gösterdikleri iyi niyetli çabalar için şükranlarımı belirtmeyi borç bilirim. Eğer bu çabalar sonuç vermediyse, elbette sorumlusu, bu iyi niyetli gayretleri gösteren devletler değildir. Tekrar bu hareketin insanlığa, milletimize ve tüm Kıbrıslılara hayırlı olmasını dilerim. Allah’ın milletimizi ve bütün insanlığı felaketlerden korumasını dilerim.”
     Türkiye bayram yerine döndü. On binler evlerden fırlayıp Başbakanlığa doğru akmaya başladı.
     Radyo konuşmayı saat 06.30’da verdi. Konvoydakiler önce şaşırdılar. Başbakan da harekatı önceden açıklamıştı. Fakat düşündükçe sevindiler. Demek ki harekat devam edecekti. Bu kez geri dönülmeyecekti. Yüzleri güldü.
     Rum oyunu sonuna gelmişti."

(Turgut Özakman, Çılgın Türkler Kıbrıs  syf 336-337)

11 Mayıs 2012 Cuma

HAFTANIN SÖZÜ - 20

"Esse est percipi / Var olmak algılamaktır."

George Berkeley (1685 - 1753), dünyada yalnızca ruhların ve bu ruhların idelerinin varolduğunu, buna karşılık maddenin varolmadığını öne süren İngiliz düşünür.
Dublin’deki Trinity College’de eğitim görmüş İrlandalı bir Protestandı. Bugün yakından bilinen bütün felsefi çalışmalarını (1709’da Yeni Bir Görme Kuramı Yönünde Deneme, 1710’da Beşeri Bilginin Prensipleri Hakkında Bir Eser ve 1713’te Hylas ile Philonous Arasında Üç Konuşma) henüz yirmili yaşlardayken yayımladı.
Yeni Dünya’da yüksek eğitimi geliştirmek için çok uğraştı; bu amaçla üç yılını Amerikan kolonilerinde geçirdi. Rhode Island’daki çiftliğini ve kütüphanesini, 1701’de kurulan Yale Üniversitesi’ne bıraktı. Yale’in fakültelerinden birine onun adı verildi. California’daki Berkeley kenti de onun adını taşımaktadır. Berkeley 67 yaşında Oxford’da öldü.

10 Mayıs 2012 Perşembe

Ey mutsuzlar!

Kardeşlerinizi boğazlıyorlar, göz yumuyorsunuz.
Çığlıklar duyuluyor ama siz susuyorsunuz.
Aramızda dolaşıp kurbanını seçiyor zorbanın teki,
sessiz kalırsak bize dokunmaz diyorsunuz.
Bok yiyorsunuz!
Ne tuhaf yer burası, sizler nasıl insanlarsınız!
Haksızlık varsa bir yerde eğer ayaklanmalı insan.
Ayaklanma olmuyorsa batsın o şehir yerin dibine.
Yansın bitsin, kül olsun karanlıklar basmadan.

 
Bertolt BRECHT

9 Mayıs 2012 Çarşamba

İLGİNÇ BİR SAPTAMA

Masallarda bile kadın olmak zordur...:)
Ya ormanda 7 tane minicik adamla yaşarsın,
ya kurbağa öpersin,
ya en sevdiğin meyveden zehirlenirsin,
ya kuleye kapatılırsın,
ya saçlarını elin adamı tırmansın diye uzatırsın,
ya gece 12'de külkedisine dönersin elbiselerin yırtılır...

ve en kötüsü bazen seni sadece ayak numarandan tanıyan bir salağa aşık olursun...

8 Mayıs 2012 Salı

ÇILGIN TÜRKLER KIBRISTA - 2

"Topluca ilk silahbaşı eden ve savaşa girenler Rum uçaksavar bataryaları oldu. Onları, muhriplerin top sesleriyle ayılan Beşparmak dağındaki birlikler izleyecekti.
     Beş uçaksavar bataryası bütün silahlarıyla uyar1 uçuşu yapan uçaklara ateşe başladı. RF-84 F silahsız keşif uçağı hava durumunu Müşterek Harekat Merkezi’ne bildirmiş, barış bildirilerini çeşitli yerlere atmıştı. Geri dönüyordu. Bir mermi demeti RF-84 F uçağını buldu. Uçak havada parçalandı, Üsteğmen İlker Karter şehit oldu. Bu havacıların ilk şehidi idi.(*)
     Uçaklar, Rumlar ateşe başlayınca, uyarı uçuşlarına son verip önceden saptanmış olan askeri hedefleri, tabii uçaksavar bataryalarını vurmaya başladılar. İki küçük havaalanı ve bunlardaki helikopterler, 11 uçak, hava ve deniz radarları ilk vurulan hedefler arasındaydı. 42 tankları vardı. Bu sırada biri bile ortada görünmüyordu."

(*) Kırnı havaalanına İlker Karter havalanı adı verilecektir.

(Turgut Özakman, Çılgın Türkler Kıbrıs, syf 334-335)

7 Mayıs 2012 Pazartesi

ÇILGIN TÜRKLER KIBRISTA - 1

"SAS ve SAT timleri iki jandarma botuyla Pladini’ye yaklaşıyorlardı. Sabah pusu dağılmıştı. Binbaşı küçük taş adayı ve iki makineli tüfek yuvasını kolayca gördü.
“Tamam, plaj burası”.
Binbaşı dışında bütün SAT ve SAS’çılar özel giysilerini giymişlerdi. Botlar uygun bir uzaklıkta durdular. 15 SAT komandosu j.18’den yirmi beşer metre aralıklarla denize bırakıldı. Engeller varsa patlatmak için gerekli patlayıcıları su geçirmez kılıflar içinde yanlarına almışlardı. Bir talihsizlik olursa kalan SAT’çılar ve SAS’çılar görevi tamamlayacaklardı.
Kıyıya doğru çoğunlukla su altından yüzmeye başladılar. Denizaltını denetleyerek kıyıya yaklaşacaklardı.
Bir top sesi duyuldu. Bir motelin yanından ateş ediliyordu. İlk ayılıp harekete geçen Rumlar bunlardı. Mermilerden biri botun telsiz bölümüne isabet etti, ötekiler yakınlara düştü. Sonra makineli tüfeklerle yüzenlere de ateş edilmeye başlandı. Önce Rumlar ateş etmişti. Artık karşılık verebilirlerdi. Binbaşı muhriplerden yardım istedi. Bir dakika sonra toplar gürledi, otelin yanındaki top da, kullanıcıları da buhar oldular. Muhripler, Pladini plajının arkasındaki iki makineli tüfek yuvasını da yok ettiler.
Girne limanından fırlayan iki Rum torpidobotu j. Botlarına hücuma geçti. Tetikte bekleyen muhripler iki torpidobotu da batırdılar. Üçüncü bir torpidobotu da bir uçak yaraladı. Bu torpidobot Girne’ye geri kaçtı."

(Turgut Özakman, Çılgın Türkler Kıbrıs, syf 333-334)

3 Mayıs 2012 Perşembe

ZENGİNLER, YOKSULLAR

"...ZENGİNLER, YAPTIKLARI KÖTÜLÜKLER ARTIK SAKLANAMAYACAK HALE GELİNCE HAPSE GİRERLER. YOKSULLAR İSE, BİRAZ İYİ BİR ŞEYİN ÖZLEMİNİ ÇEKTİLER Mİ HEMEN İÇERİ TIKILIRLAR..."

(Maksim Gorki, Hainin Anası 'İtalya Öyküleri' syf 38)

2 Mayıs 2012 Çarşamba

YAŞASIN TÜRKÇE

YAŞASIN TÜRKÇE
İNGİLİZCE VE TÜRKÇE ARASINDAKİ MUHTEŞEM FARK
DERS-1
BİR TÜRKÇE SÖZCÜK 17-18  İNGİLiZ SÖZCÜĞÜNE BEDELDİR .
"AFYONKARAHİSARLILAŞTIRAMADIKLARIMIZDANMISINIZ ?''
İNGİLİZCE TERCüMESi
'' ARE YOU THE ONE OF THOSE PEOPLE WHOM WE TRIED - UNSUCCESFULLY TO MAKE
RESEMBLE THE CITIZENS OF AFYONKARAHISAR ''

TüRKÇE' NIN SESBiLİM ,BİÇİMBİLİM ,SÖZDİZİM  VE ANLAMBİLİM BAKIMINDAN DİĞER DİLLERDEN
ÜSTÜN OLDUĞUNU VE BİLİM DİLİ OLMAYA EN UYGUN DİL OLDUĞU DÜNYANIN ÖNEMLI DİLCİLERİ
TARAFINDAN KABUL EDiLMİŞ VE
AÇIKLANMIŞTIR .