30 Kasım 2012 Cuma

HAFTANIN SÖZÜ - 38

"Bütün kadınlar bir dereceye kadar muhayyileleriyle şair, kalpleriyle melek, kafalarıyla diplomattır. "

William Shakespeare, (26 Nisan 1564'te vaftiz edildi – 23 Nisan 1616), İngiliz şair ve tiyatro oyun yazarıdır. 26 Nisan 1564’de Stratford-Upon-Avon’da doğan Shakespeare’in yaşamı hakkında bildiklerimiz kilise, mahkeme ve tapu kayıtları gibi resmi belgelerle çağdaşlarının onun kişiliği ve eserleri hakkında yazdıklarına dayanır. Klasik oyunlar ile yazarların yaşamlarını oyunlaştırmada usta bir yazar ve yönetmen olarak kabul edilen, yazılan ve sahnelenen Şu Bizim Will (William Shakespeare'in Yaşamı)adlı oyun, şairin oyunlarına da ilginç bir dramaturjiyle yaklaşmaktadır. William 23 Nisan 1616 tarihinde İngiltere'de Stratford-Upon-Avon da ölmüştür

29 Kasım 2012 Perşembe

YAZMA YETENEĞİ

Yazma yeteneğimin olmadığını anlamam on beş yıl sürdü; ama yazmayı bırakamazdım artık çok ünlüydüm ” 

Robert Charles Benchley (September 15, 1889 – November 21, 1945) was an American humorist best known for his work as a newspaper columnist and film actor. From his beginnings at the Harvard Lampoon while attending Harvard University, through his many years writing essays and articles for Vanity Fair and The New Yorker, and his acclaimed short films, Benchley's style of humor brought him respect and success during his life, from New York City and his peers at the Algonquin Round Table to contemporaries in the burgeoning film industry.

28 Kasım 2012 Çarşamba

BİR İRLANDALI

Bir İrlandalı, İrlanda da bara gitmiş üç bira istemiş. Barmen biraları vermiş. İrlandalı sırayla her birinden birer yudum içmiş ve bu şekilde biraları bitirmiş.
Barmen dayanamamış sormuş;
"Kardeşim niye üç birayı bir anda istiyorsun, bir tane söyle bitir diğerlerini sonra iste"
İrlandalı:
"Biz üç kardeşiz, ben İrlanda da, diğerimiz İngiltere diğerimiz Amerika da,aramızda kararlaştırdık her bara gittiğimizde üç bira istiyoruz ve hepimiz için bir yudum içiyoruz, berabermişiz gibi oluyor" demiş.
Bu barmenin çok hoşuna gitmiş ve böyle bir kaç ay geçmiş. Bir gün İrlandalı bara girdiğinde barmen tam üç bira verecekken İrlandalı ikide durmasını söylemiş.
Barmen donmuş kalmış, İrlandalı bir köşeye gitmiş sessizce biralarını içmiş tam çıkacak barmen bunu durdurmuş:
"Kaybın için çok üzgünüm demiş"İrlandalı:
"niye?" demiş.
Barmen:
"Bugün sadece iki bira istedin kardeşlerinden birini kaybettin herhalde"
İrlandalı
"Ha yok canım nerden çıkarıyorsun ben sadece alkolü bıraktım..."

26 Kasım 2012 Pazartesi

BAHÇIVAN

“Bahçıvan, iyimserlik timsalidir. Gelecekte çabalarının karşılık bulacağına inanmanın yanında geleceğe de inanan kişidir.”

(Joyce Carol Oates, Dul Kadının Öyküsü, syf 23)

23 Kasım 2012 Cuma

HAFTANIN SÖZÜ - 37

"Ufak işler için kendini büyük gören kişi, genelde büyük işler için çok küçüktür."

Jacques Tati (aslında Jacques Tatischeff) 9 Ekim 1907  Le Pecq'de doğdu (Yvelines), 4 Kasım 1982 Paris'de öldü, Fransız Yönetmen ve aktör.
Sanat ve Mühendislik okudu. Tati, görsel komedi sanatını yenir yoğunluk, detay zenginliği ve yeni bir kompozisyon netliği getirerek yorumladı; görselliğe yeni bir bakış açısı getiren bir avuç sinema sanatçısından (diğerleri Griffith, Eisenstein, Murnau ve Bresson) biriydi.
1930'lu yılların başında Fransız müzikal çevresine girdi; gösterisi dönemin spor yıldızlarının pandomimlerinden oluşmaktaydı ve bazıları filme alındı, savaştan sonra da uzun metrajlı hale getirildi; Jour de Fete (Bayram Günü, 1949), bütün çalışmalarında baştan sona gözlemlenen hicivli temanın (modern teknolojinin soğukluğu) yanı sıra görsel üslubu da son derece gelişmiştir.
Tati, kariyerinin geri kalan süresi boyunca oynayacağı karakteri tanıttığı yeni filmi Les Vacances de Monsieur Hulot (Bay Hulot'nun Tatili, 1953) için dört yıl çalıştı. Yaratılan karakterin sıcaklığı ve gülütlerin parlak yaratıcılığı Bay Hulot'ya uluslar arası bir başarı kazandırdı. Hulot (konuş: Ülô), mizahın kaynağı ve odağı olmak anlamında bir komedyen değildir; daha ziyade, etrafındaki dünyanın mizahını açığa çıkaran bir tavır, bir işaret direği ve bir perspektiftir.
Mon Oncle (Amcam, 1958), bir geçiş filmidir; Hulot, her ne kadar star statüsünü terketmiş bile olsa diğer karakterlerin arasında tuhaf marjinalliği ile öne çıkmaktadır. 9 yıllık pahalı ve yorucu bir çalışmadan sonra gösterime giren Playtime (1967) ile Tati'nin niyeti daha belirginleşti. Artık Hulot, Joyce'un Ulysess'indeki Mackintosh Man gibi, sahneye giren ve çıkan birçok figürden yalnızca birisi haline gelmişti. Yani aktör Tati, canlandırdığı karakterin seyirciyi film boyunca yönlendirmesini, yönetmen Tati de yakın çekimleri, empatik kamera açılarını veya montajı kullanarak seyirciyi görüntüdeki mizaha yönlendirmeyi reddediyordu.
Ancak, neyi göreceklerinin söylenmesine alışmış olan seyirci, Playtime'daki özgürlüğü can sıkıcı buldu. Film (çeşitli versiyonlarda gösterime girdi) ticari bir fiyaskoydu ve Tati'yi kişisel borca soktu. Son tiyatral filmi olan Trafic (1971), bir başkası tarafından yapılmış olsaydı başyapıt olarak görülebilirdi; ancak Tati için daha geleneksel bir üsluba korunmalı bir dönüş oldu.
25 yılda 5 film, statünün genellikle verimlilikle ölçüldüğü bir ortam için etkileyici bir performans olmasa da, tek başına Playtime bile dünyaya bakış eylemini serbestleştiren, canlandıran bir film olarak hayat boyu bir başarıdır. Tati 4 Kasım 1982'de Paris'de öldü.

21 Kasım 2012 Çarşamba

HAYATI SEYRETMEK

Yazar Kazancakis, bir ihtiyara
"neye bakıyorsun?"
diye sorduğunda, ihtiyar adam gözlerini akan sudan ayırmadan şu cevabı verir:
- Hayatıma oğlum, akıp giden hayatıma.

20 Kasım 2012 Salı

Amorphophallus Titanum (Araceae)

Dünyanın en büyük çiçeği Meksika'da, Blanco, Veracruz şehrinde. 40 yılda sadece üç gün çiçek açtığı için pek bilinmiyor.  Çiçek 2 metre yüksekliğinde ve tam 75 kilo ağırlığında. Bir kimse bu
çiçeğin açtığını sadece ömründe bir defa görebilir. Daha fazla gören birine rastlanmamış. (İsminden, neden bu adın verildiğini anlamışsınızdır)

19 Kasım 2012 Pazartesi

ÇOK KONUŞMAK

“Birçok kadın bir diğerinin varlığında biyolojik konfor bulur ve konuşmak bir kadını diğerine bağlar. Bunda şaşırtıcı bir şey yok, kadınlarda beynin sözel konularla ilgilenen alanları erkeklerinkinden daha geniş olduğuna göre, kadınların erkeklere kıyasla daha çok konuşmaları ve daha çok dinlemeleri de olağan. Rakamlar değişkenlik gösterse de ortala bir kızın ortalama bir erkekten günde iki üç kat daha fazla kelime kullandığı biliniyor. Kız bebeklerin daha erken konuşmaya başladıkları ve on iki, on üç aylık olduklarında erkek bebeklere kıyasla iki üç kat daha geniş bir kelime hazinesi geliştirdiklerini biliyoruz. Erkeklerde sonunda kelime açıklarının tamamlıyorlar ama bunu yapmakta acele etmiyorlar. Kızlar –genelde- daha hızlı konuşuyorlar, dakikada 250 kelimeye karşılık tipik erkeklerde bu rakam 125. Erkeklerin sözel yetenekleri her zaman takdir ettikleri söylenemez. Koloni dönemi Amerika’sında, “çok konuşma” cezası alan kadınlar taş bloklar arasına yerleştirilir ve dilleri tahta bir mandalla tutturulur ya da boğulma noktasına gelene kadar su altında tutularak erkeklere karşılık vermemeleri öğretilirdi. Kadınlar için “çok konuşmak” diye bir suç gerçekten vardı. Primat kuzenlerimizde bile sözel yetenekler söz konusu olduğunda erkekler ve dişiler arasında büyük farklar vardır. Dişi maymunlar, örneğin, ses çıkarmayı erkek maymunlardan çok daha erken öğrenirler ve birbirleriyle iletişim kurmak için kendi türlerinin çıkarttığı 17 ses tonunun her birini gün boyunca kullanırlar. Erkek maymunlarsa tam aksine, sadece üç ya da altı tonu öğrenir ve yetişkinliğe ulaştıklarında günlerce hatta haftalarca hiç ses çıkartmadan durular. Tanıdık geliyor mu?”

(Dr. Louann Brizendine, Kadın Beyni syf 55-56)

16 Kasım 2012 Cuma

HAFTANIN SÖZÜ - 36

"Kişi zengin olsun, yoksul olsun, hastalığı iyileştirende, mutsuzluğu mutlu kılan da zihindir."

Benjamin Disraeli (21 Aralık 1804 – 19 Nisan 1881), İngiliz politikacı ve 19. yüzyıl'da birçok kez İngitere başbakanı olmuş devlet adamı. Yahudi asıllıdır. 19. yüzyıl'ın ikinci yarısında İngiliz siyasetinin, Liberal Partili William Gladstone ile birlikte en önemli ismiydi. Muhafazakar Parti'nin önde gelen liderlerinden biriydi. 1870 ve 1880 yılları arasındaki başbakanlığı döneminde İngiliz aristokratlarını da arkasına alarak İngiltere siyasetini kontrolü altına almıştır. Kraliçe Victoria'nın en çok değer verdiği siyasetçiydi. Seçimlerde ezeli rakibi Gladstone tarafından yenilgiye uğradıktan sonra siyaset sahnesinden silindi. Sınıf savaşı ve işçi sınıfı hakkındaki düşünceleri, 1950'li yılların İngiltere'sindeki pragmatik ve merkezci ekonomi politikaları üzerinde etkili olmuştur.

15 Kasım 2012 Perşembe

ÖMER BİN HATTAB VE AHDE VEFA

Hz. Ömer arkadaşlarıyla sohbet ederken, huzura üç genç girerler.
Derler ki: "Ey halife, bu aramızdaki arkadaş bizim babamızı öldürdü. Ne gerekiyorsa lütfen yerine getirin."
Bu söz üzerine Hz. Ömer suçlanan gence dönerek; "Söyledikleri doğru mu" diye sorar.
Suçlanan genç der ki; "Evet doğru."
Bu söz üzerine Hz Ömer "anlat bakalım nasıl oldu" diye sorar. Genç anlatmaya başlar
"- Ben bulunduğum kasabada hali vakti yerinde olan bir insanım. Ailemle beraber gezmeye çıktık, kader bizi arkadaşların bulunduğu yere getirdi. Affedersiniz hayvanlarımın arasında bir güzel atım var ki dönen bir defa daha bakıyor. Hayvana ne yaptıysam bu arkadaşların bahçesinden meyve koparmasına engel olamadım. Arkadaşların babası içerden hışımla çıktı atıma bir taş attı, atım oracıkta öldü. Nefsime bu durum ağır geldi, ben de bir taş attım, babası öldü. Kaçmak istedim fakat arkadaşlar beni yakaladı, durum bundan ibaret," dedi.
Hz Ömer: "Söyleyecek bir şey yok, bu suçun cezası idam. Madem suçunu da kabul ettin," dedi.
Bu sözden sonra delikanlı söz alarak; "Efendim bir özrüm var," diyerek konuşmaya başladı: "Ben memleketinde zengin bir insanım, babam, rahmetli olmadan bana epey bir altın bıraktı. Gelirken kardeşim küçük olduğu için saklamak zorunda kaldım. Şimdi siz bu cezayı infaz ederseniz yetimin hakkını zayi ettiğiniz için Allah indinde sorumlu olursunuz, bana üç gün izin verirseniz ben emaneti kardeşime teslim eder gelirim, bu üç gün içinde yerime birini bulurum", der.
Hz. Ömer der ki; "Bu topluluğa yabancı birisin, senin yerine kim kalır ki?"
Sözün burasında genç adam ortama bir göz atar, der ki; "Bu zat benim yerime kalır". O zat Hz. Peygamberin en iyi arkadaşlarından, Amr Ibni As'dan başkası değildir.
Hz. Ömer, Amr'a dönerek: "Ey Amr, delikanlıyı duydun", der. O sahabe: "Evet, ben kefilim", der ve genç adam serbest bırakılır. Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere ama gençten bir haber yoktur. Medine'nin ileri gelenleri Hz. Ömer'e çıkarak gencin gelmeyeceği, dolayısıyla Amr Ibni As'a verilecek idam yerine maktulün diyetini vermeyi teklif ederler, fakat gençler razı olmaz ve babamızın kanı yerde kalsın istemiyoruz, derler. Hz. Ömer kendinden beklenen cevabı verir der ki: "Bu kefil babam olsa fark etmez cezayı infaz ederim".
Hz Amr Ibni As ise tam bir teslimiyet içerisinde der ki: "Biz de sözümün arkasındayız". Bu arada kalabalıkta bir dalgalanma olur ve insanların arasından genç görünür.
Hz. Ömer gence der ki: "Evladım gelmeme gibi önemli bir nedenin vardı neden geldin?"
Genç vakurla başını kaldırır ve (günümüz insani için pek de önemli olmayan): "Ahde vefasızlık etti demeyesiniz diye geldim" der.
Hz. Ömer başını bu defa çevirir ve Amr Ibni As'a der ki: "Ey Amr, sen bu delikanlıyı tanımıyorsun, nasıl oldu onun yerine kefil oldun?"
Amr Ibni As vakurla kanımızı donduracak bir cevap verir: "Bu kadar insanın içerisinden beni seçti. İnsanlık öldü dedirtmemek için kabul ettim", der.
Sıra gençlere gelir, derler ki: "Biz bu davadan vazgeçiyoruz".
Bu sözün üzerine Hz Ömer: "Biraz evvel babamızın kani yerde kalmasın diyordunuz ne oldu da vazgeçiyorsunuz", der.
Gençlerin cevabı da dehşetlidir: "Merhametli insan kalmadı demeyesiniz diye…"
Günün Sözü: Bilgisiz, yeteneksiz, muhterisler, devleti yönetiyorsa felaketler kaçınılmazdır.
(*) (Ömer bin Hattab, (581-644) (Arapça: عمر ابن الخطاب) İslam Devleti'nin Ebu Bekir'den sonraki hükümdarı (634-644). Sünni inancına göre dört Raşit Halife'nin (Hulefa-i Raşidin) ikincisidir. Şia halifeliğini tanımaz. Sahabe ve Aşere-i Mübeşşeredendir. Zaman zaman Sünni Müslümanlar Ömer bin Hattab'ı "Ömer-el Faruk" (عمر فاروق) diye anarlar.)


14 Kasım 2012 Çarşamba

DUA'NIN GÜCÜ

DUA’NIN GÜCÜ
Küçük kasabanın birinde bir caminin yakınında arazisi olan ateist bir adam, arazisine bir gece kulübü inşa etmeye başlamış.  İmam ve cemaat buna şiddetle itiraz etmişler;  Ancak yasal olarak karşı çıkamamışlar. Tüm cemaatin  tek yapabildiği şey, imamın öncülüğünde Allah’a yalvarmak ve bu gece kulübü için her gün beddua etmekten öteye geçememiş.        
İnşaat ilerlemiş ve açılışına birkaç gün kala, her nasılsa, şiddetli bir fırtınada yıldırım düşmesi sonucu gece kulübü yerle bir olmuş. Caminin cemaati bu olaydan duydukları büyük memnuniyeti  saklamaya gerek görmemişler.
Gece kulübü sahibi, cami imamının ve cemaatin bu hasardan sorumlu oldukları iddiası ile, tazminat davası açmış.  Cami imamı ve cemaat, bu konuda herhangi bir şekilde sorumlu tutulmalarına şiddetle itiraz etmişler; Bu olayın kendi dualarından dolayı meydana gelmiş olabileceği iddiasını da kabul etmemişler. Mahkemede Yargıç bir kere daha dosyayı dikkatle inceledikten sonra taraflara dönüp:
Bu konuda nasıl bir hüküm verebileceğimi bilmiyorum”, demiş.
Ortada tuhaf bir durum var. Taraflardan birisi duanın gücüne inanan bir ateist, diğeri ise ettiği duanın gücüne kesinlikle inanmayan dindar bir imam ve cemaati...! ”

12 Kasım 2012 Pazartesi

EVLİLİK ÜZERİNE - 3

Evliliğinizi iyi götürmek istiyorsanız,
1) hatalı olduğunuzda itiraf edin,
2) haklı olduğunuzda susmayı bilin.

John Forbes Nash (d. 13 Haziran 1928, Bluefield, Batı Virjinya), ABD'li matematikçi.
Lisans ve yüksek lisans eğitimini Carnegie Teknoloji Enstitüsü (günümüzde Carnegie Mellon Üniversitesi)'de tamamladıktan sonra doktora yapmak için Princeton Üniversitesi'ne gitti. 21 yaşında hazırladığı doktora tezi, "Oyun Teorisi", ona uzun yıllar sonra, 1994'te Nobel Ekonomi Ödülünü kazandırdı. Genç deha, John von Neumann'ın icadı olan oyun teorisindeki sorunları çözüp kullanılır hale getirdi. 30 yaşına kadar parlak fikirleri ve göze çarpan kişiliği sayesinde hızla yükselip matematik camiasının önde gelen isimlerinden biri oldu. MIT'de profesörlük yapmaya başladığında karısı Alicia Larde ile tanıştı. Larde o zamanlar daha bir fizik öğrencisiydi. Nash'in şizofreni sorunları başlamadan kısa süre önce çiftin bir oğlu oldu. John Nash aynı zamanda soğuk savaş döneminde ordu adına şifre çözücü olarak çalışmıştır.
Hastalığının ilk belirtileri 1958 yılında görülmeye başladı. Bir oda arkadaşı olmamasına rağmen bir oda arkaşından bahsedip etrafındakileri korkutmuş ve oda arkadaşıyla yaptığı hayali sohbetler onun şizofren olduğunu ortaya çıkarmıştır. Daha sonra bu hastalığı kendi zekasını kullanarak yenmiştir.
Alicia Larde-John Nash çifti 1963’te boşandı ve 1970’te tekrar biraraya geldi. Bu tarihten itibaren darılıp barışan çift, kendileri hakkında “aynı çatı altındaki iki yabancı” benzetmesini yapmıştı. Nash 1994’te Nobel Ödülü’nü kazandıktan sonra aralarını düzelttiler ve 1 Haziran 2001’de tekrar evlendiler.
Nash, 1945 ve 1996 yılları arasında 23 bilimsel çalışma yayınladı, ayrıca “Essays on Game Theory” (1996) ve “The Essential John Nash” isimli kitapları yazdı. Aynı zamanda “Hex” ve “So Long Sucker” adlı 2 popüler oyunun yaratıcıları arasındadır. Princeton’da matematik üzerine çalışmalar yapmaktaydı.
Yaşantısı, Akıl Oyunları adlı filme konu olmuştur.
Nash 23 sayısıyla takıntılıydı. Nash, toplam 23 bilimsel makale yayınlamıştı.
Nash, 21 Ağustos 2009'da kalp krizi geçirdi. Dört gün hastanede yattıktan sonra kendine geldi ve eve döndü. Doktoru ölümü ucuz atlattığını ve sağlığının tehdit altında olduğunu söyledi. Nash şu anda düzenli ilaç alıyor ve kontrole gidiyor.

9 Kasım 2012 Cuma

HAFTANIN SÖZÜ - 35

"Adaletsizliği önleyecek gücümüzün olmadığı zamanlar olabilir, ama adaletsizliğe itiraz etmeyi beceremeyeceğimiz bir zaman asla olmamalıdır."

Eliezer Wiesel (d. 30 Eylül 1928), Nobel Barış Ödülü sahibi edebiyatçı.
Romanya'da dört çocuklu bir Yahudi ailenin üçüncü çocuğu olarak doğdu. 19 Nisan 1944'te Naziler tarafından ailesiyle beraber Auschwitz-Birkenau toplama kampına gönderildi. Sol koluna dövmeyle A-7713 numarası işlendi. Annesi ve en küçük kardeşinin burada öldürüldüğü sanılıyor. 1944 yılının sonunda babası ile beraber Buchenwald Toplama Kampına nakledildi. Babası 28 Ocak 1945'te açlık ve hastalıktan öldü. O tarihe kadar babası ile beraber kalmayı başardı. Kamplarda çalıştırılarak geçirdiği bir yılın ardından, 11 Nisan 1945'te Buchenwald kampının Amerikan ordusu tarafından ele geçirilmesiyle, özgürlüğüne kavuştu.
Savaştan sonra bir Fransız yetimhanesine yerleştirildi ve hayatta kalmayı başaran iki kızkardeşiyle bir araya geldi. 1948'de Sorbonne Üniversitesinde felsefe öğrenimine başladı. Hayatını gazetecilik yaparak kazandı.
1952 yılında François Mauriac'la tanışana kadar, savaş sırasında yaşadıklarıyla ilgili yazmayı reddetti. Daha sonra yakın arkadaşı olan Mauriac onu yazmaya ikna etti. Bunun üzerine ilk kitabı Gece'yi yazdı ve 1958 yılında yayımlattı.
Yahudi Soykırımı'ndan kurtulmuş olan Avusturya doğumlu yazar Marion Esther Rose ile evlendi. 1972'de oğulları Shlomo Elisha doğdu.
ABD'de yaşadığı yıllarda 40'tan fazla kitap yazdı ve birçok edebi ödül aldı. 1986 yılında şiddete ve ırkçılığa karşı duruşuyla Nobel Barış Ödülü aldı.


6 Kasım 2012 Salı

ÇILGIN TÜRKLER KIBRISTA - 12

“50. Alay’da üç taburuyla çıkarma gemilerine binmişti. Kıyıya yaklaşma bölgesini ateş altında geçmeye başladılar. Yine subaylara ve askerlere bir mermi bile isabet etmedi.
Uçaklar ve muhripler dağdaki ve kıyıdaki ateş odaklarını susturmaya çalışıyorlardı. Tam da Pladini plajı karşısına düşen Keskin Sırt’ta, Yanık Tepe’de ve Karni ormanlarında bulunan koruganlar ve makineli tüfek yuvalarından, çıkan birliklere ateş yağıyordu. Hava irtibat subayları ve pilotlar arasında özel parola vardı. Pilotlar özel parola nedeniyle yönlendirici havacılara güveniyorlardı.
Kıbrıs’ta sanılandan daha güçlü bir savunma düzeneği olduğu anlaşılmıştı. Bir süre sonra Rum ve Yunan birliklerinin, tahmin ettiklerinden  çok daha kalabalık olduklarını da anlayacaklardı.
50. alayı taşıyan ilk çıkarma gemileri plaja yanaştı. İkisi küçük, biri daha büyüktü. Büyük gemide subaylarla birlikte 700 asker vardı.
Saat 9.45’ti.
Üç gemiden de askerler “Allah Allah” diye haykırarak hızla denizden geçip Kıbrıs’a ayak bastılar. Topçu Taburunun bir bataryası da karaya çıktı. Alay Komutanı Albay İbrahim Karaoğlanoğlu, Alay sancağı, sancaktar ve sancak muhafızları, yardımcısı Yarbay Cevdet Ayken ve karargahı ile indi. Seken kurşunlara aldırmadan yürüdü. Set dibinde Yb. Neşet İkiz, Albayı selamlayıp durum ve çevre hakkında bilgi sundu, ‘düşmanın her an karşı saldırıya geçebileceğini’ bildirdi.
Albay, “Merak etme kardeşim…”dedi, “şimdi her şey dilediğimiz gibi olur. Askerime güveniyorum. Bu asker yenilmez.”
Komutan ve beraberindekiler Girne-Karava yolunu aşıp dağ tarafına geçtiler. Komutan bir evi karargah olarak seçti. Bayraktarlık, Elçilik, Tugay Komutanlıkları ile iletişim kurulamadı. Ellerindeki telsizler yetersizdi. Yukarıda ne olduğunu öğrenemediler. Kendi durumları hakkında bilgi veremediler. Çıkarmanın başladığını, kıyı başının tutulduğunu Müşterek Hareket Merkezi’ne, dolayısıyla Ankara’ya, Ertuğrul gemisi bildirdi.
Yeni gelen çıkarma gemileri 50. Alayın kalan askerlerini plaja çıkarmayı sürdürüyorlardı. %0. Alay da çok iyi eğitim görmüş, seçkin bir alaydı. Doğuya, batıya ve dağa doğru ilerleyecek, planda saptanan birinci gün çizgisine savaşarak ulaşmaya çalışacaktı. Birinci gün ulaşılması gereken çizginin geçtiği yerler Elya-Trimiti-Zeytinlik-Girne batısı idi.(*) Zeytinlik yakınlarında dağdan inecek bir komando taburu ile buluşulacaktı. Böylece birleşmenin ilk aşaması gerçekleşecekti.
Ne var ki Rum ateşi gittikçe yoğunlaşıyordu. Doğuda ve batıda güçlü birlikler vardı. Keşif kolları Rumların sağlam savunma mevzileri, barikatlar kurduklarını gördüler.
Birinci gün için saptanan çizgiye ulaşmak hiç de kolay gözükmüyordu. Bir de su sorunu çıktı. Bütün Rum evlerinde kuyu, su motoru ve su deposu vardı. Bir geveze, Rumların kuyuları, depoları zehirlemiş olabileceğini söyledi. Söylenti ‘sular zehirli’ diye kesimleşerek hızla yayıldı. Kimse sulara yanaşmayacak, susuzluk büyük dert olacaktı. Bir matara su bu sıcakta savaşan bir insana ne kadar yeterdi? Gazinoda birkaç meyve suyu şisesi vardı, susuzlar 3.000 kişiydi. Yardımcı birlikler gelince de 3.500 kişi edeceklerdi.”

(*) Neşet İkiz, age. s 125 Şimdiki adları; Karava=Alsancak, Elya=Doğancı, Trimiti=Edremit

(Turgut Özakman, Çılgın Türkler Kıbrıs, syf 355-356)

2 Kasım 2012 Cuma

HAFTANIN SÖZÜ - 34

"ŞUNA İNANMAK LAZIMDIR Kİ, DÜNYA ÜZERİNDE GÖRDÜĞÜMÜZ HER ŞEY KADININ ESERİDİR..."                                                                                                                                                                                                         Gazi Mustafa Kemal Atatürk

1 Kasım 2012 Perşembe

YAZAR OLMAK İÇİN...

“Farklı şeyler okuyun, heyecanla okuyun, sezgileriniz size rehberlik etsin, amaçlarınız değil. Çünkü okursanız yazar olmanız gerekmez, ama yazar olmayı dilerseniz okumanız gerekir.”

(Joyce Carol Oates, Bir Yazarın İnancı, syf 115)