18 Temmuz 2012 Çarşamba

BU KADAR MI DOĞRU ÖNGÖRÜLEBİLİR?

Arkadaşlar inkılâplarımız henüz yenidir. Dedikleri gibi kökleşip benimsendiği hakkındaki kanaatlerimiz ileride karşılaşacağımız hadiselerle tahakkuk edecektir. Fakat şimdi şuna emin olmalısınız ki bugün başına şapka giyen, sakalını bıyığını tıraş eden, smokin ve frakla cemiyet hayatında yer alanlarımızın çoğunun kafalarının içindeki zihniyet hâlâ sarıklı ve sakallıdır.
Mustafa Kemal Atatürk -1930 Türk Ocağı

17 Temmuz 2012 Salı

AKIL MI ŞANS MI?

“…iki adam birlikte bir kır yolunda gidiyorlardı. Biri ‘bir ton akla’ öteki ‘bir gram şansa’ sahipti. Yaz gecesi, onları iki köy arasında bastırınca, açık havada yatmaya karar verirler. Fazla düşünmeden, ‘bir gram şans’ olan adam başını kebesine sardı ve kendini yolun ortasına attı. ‘Bir ton aklı’ olan adam şöyle dedi; “Bir araba geçip beni ezebilir” ve yolun kenarında bir tarlanın çimeni üzerine yattı. Gece geç vakit iki atlı bir fayton geçti. Yolun ortasındaki kara lekeye yaklaşınca, hayvanlar ürktüler, yana doğru hamle ettiler ve tarlada uyuyanı ezdiler…”

(Panait İstrati, Angel Dayı syf 144)

16 Temmuz 2012 Pazartesi

RENKLERİN USTASINDAN ÖĞÜTLER

Renklerin ustası olarak anılan büyük bir ressamın öğrencisi eğitimini tamamlamış. Büyük usta öğrencisini uğurlarken, yaptığı resmi şehrin en kalabalık meydanına koymasını ve yanına da kırmızı bir kalem bırakmasını, halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı iliştirmesini istemiş. Öğrenci birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde resmin çarpılar içinde olduğunu görmüş. Üzüntüyle ustasına gitmiş. Usta ressam üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini önermiş. Öğrenci resmi yeniden yapmış. Usta yine resmi şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş; fakat bu kez yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde boya ile birkaç fırça koymasını ve yanına da insanlardan  beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı ile bırakmasını önermiş. Öğrenci denileni yapmış. Birkaç gün sonra bakmış ki resmine hiç dokunulmamış. Sevinçle ustasına koşmuş. Usta ressam şöyle demiş:
“insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşılabileceğini  gördün; hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı. İkincisinde onlardan  yapıcı olmalarını istedin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir. Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye cesaret edemedi.  Emeğinin karşılığını, ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın.  Sakın emeğini, bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle tartışma .”

13 Temmuz 2012 Cuma

HAFTANIN SÖZÜ - 28

Savaş, politikanın başka araçlarla devam ettirilmesidir!”

Carl Philipp Gottlieb von Clausewitz (1780 - 1831), Prusyalı general ve entelektüel.
Orta dereceli feodal bir aristokrat aileden geliyordu. Adındaki "von" sözcüğü onun aristokrat olduğunu gösterir. Devrimci Fransa'nın ordularına karşı piyade askeri olarak çarpışmalara katıldı, ilk askeri tecrübelerini böyle kazandı. (Napolyon Savaşları.) Kısa süre sonra Prusya devletinin kalbinde askeri-siyasi bir kurmay subayı olarak görev aldı.
Babası da Prusya ordusunda subaydı. Clausewitz ilk muharebeye 13 yaşındayken girdi. 38 yaşında tuğgeneralliğe terfi etti. Aristokrat ailelerden birinin kızıyla evlendi. Askeri yetenekleri sebebiyle Berlin'deki merkezi askeri çevrelere girdi. 1812-1814 yılları arasında Rusya'daydı. Burada da Napoleon birliklerine karşı savaşlara katıldı.
Napoleon'un sonunu getiren Belçika'daki Waterloo Savaşı'nda önemli rol oynadı.
1818'de tekrar Prusya Savaş Akademisi yöneticiliğine getirildi. Bu görev başındayken öldü.

12 Temmuz 2012 Perşembe

BEDDUA

''Fatih İstanbul'u alıp da alayla Ayasofya önüne geldiği zaman derinden derine bir inilti işitti. Sesin geldiği tarafa bir adam gönderdi.
Sakalları uzamış, hali perişan bir keşiş bulup getirdiler. Huzura çıkardılar. Korktu, teskin ettiler.
-Niçin hapsedildin diye sordular?
Keşiş; fala baktığını ve kuşatma hazırlıkları sırasında Konstantin'in kendisini çağırıp İstanbul'u Türklerin alıp almayacağını bildirmek için remil atmasını söylediğini, remilde İstanbul'un Türklerin eline geçeceğini söylemesi üzerinde de Konstantin'in kızarak onu zindana attırdığını hikâye etti. Ve şimdi karşınızda bulunuyorum, demek ki falım doğru imiş.Bunun üzerine Fatih de İstanbul'un kendi elinden çıkıp çıkmayacağına dair
remil atmasını ve doğruyu söylerse ödüllendirileceğini bildirdi.
Keşiş remil attı ve şöyle dedi:
- İstanbul Türklerin elinden harp ve darp ile çıkmayacak, lakin öyle bir zaman gelecek ki emlak ve arazileriniz satılacak, bu suretle İstanbul Türk malı olmaktan çıkacak.Bu falın bildirdiği sonuçtan büyük üzüntü duyan Fatih ellerini kaldırarak
'İstanbul'da edindiğim yerleri ecnebilere satanlar, Allah'ın gazabına
uğrasınlar!
' diye beddua etti.''

Kaynak: A. Süheyl Ünver - "İstanbul Risaleleri"Yayınlayan: İstanbul Büyükşehir Belediyesi
Önsöz: Recep Tayyip Erdoğan

11 Temmuz 2012 Çarşamba

ÇILGIN TÜRKLER KIBRISTA - 11

     "İlk dört LCM sağdan çıkarak plajı boşaltırken, yeni 4 LCM soldan plaja yanaştı. Deniz piyadeleri yine ok gibi fırladılar. Bunları üçüncü ve son 4 LCM izledi. Sonuncu LCM’de askerlerden başka, iki jeep ile mühimmat sandıkları ve sağlık malzemesi vardı.
     Bir saat içinde plaja 768 deniz piyadesi, (*) komutan, karargah subayları ve üç havacı çıkmıştı. Uçaklar ve muhripler, deniz piyadelerini korumak için dağdaki ve kıyıdaki, ateş odaklarını susturmaya çalışıyorlardı. Beşparmak dağının ormanları, etekleri, denizle dağ arasındaki 3-5 km. derinliğindeki arazide bulunan otlar, fundalar, ağaçlar savaş yüzünden yanmaya başlamıştı. Kıbrıs’ın çok sıcak ve boğucu bir günüydü. Hava yangınla birleşince iyice bunaltıcı olmuştu. Her yan duman ve savaş sisi içindeydi.
     Deniz piyadelerinin görevi yayılıp genişlemek değil, fazla açılmadan kıyı başını sağlam tutmak ve korumaktı. Özellikle Girne’ye doğru ilerlemek, bundan sonra karaya çıkacak olan 50. Alay’ın görevi idi.
     Seti aşanlar, ilk önlem olarak Girne-Karava yolunu kestiler. Korku içindeki sivil Rumları ve şaşırmış turistleri uygun bir eve yerleştirdiler.(**) Komutan bu işle ilgilenmesi için İngilizce bilen bir subayı görevlendirdi. Bazı Rum askerleri sivil giyinip kaçmak istiyorlardı. Turistlerin arasına karışanlar da vardı. Ama hallerinden asker oldukları anlaşılıyordu. Esirler ayrı bir yere toplandı.
     İki katlı motelin alt katı hastane yapıldı. Buranın sağlıkla ilgili bir yer olduğu anlaşılması için Kızılay bayrağı dikildi. Deniz piyadeleri ile kıyıya çıkmış olan genç bir doktor göreve başladı. Rumlar için Türklerin sağlık tesisleri de iyi hedefti. İnsanlık kurallarına aldırmadan buraya da ateş etmeye başladılar.

(*) Bu sayı Deniz Piyade Alayı’nın tüm kadrosudur. (Neşet İkiz, a.g.e. S.162) alayın iki taburu vardı. 1. Tb. K. Bnb İlhan Aloğlu, 2. Tb. K. Yzb. Tahsin Güven)

(**) Turistler ve gitmek isteyen siviller Barış Gücüne teslim edileceklerdir."

(Turgut Özakman, Çılgın Türkler Kıbrıs syf 353-354)

10 Temmuz 2012 Salı

ÇILGIN TÜRKLER KIBRISTA - 10

     Deniz piyadelerinin tamamını taşıyan 12 çıkarma gemisi (LCM), kıyıya doğru kuralınca ilerliyordu. Alb. Ahmet Özon telsizle çıkarma gemilerine ne yapacaklarını bildiriyordu. Zamandan kazanmak için 50.  Piyade Alayı’da Köyceğiz gemisine yaklaşan çıkarma gemilerine hızla binmeye başlamıştı.
     Bnb. Yılmaz Cengiz j.18’den yolda karşıladığı deniz piyadelerini taşıyan gemilere megafonla seslendi:
     Koy temizdir. Güven içinde girebilirsiniz. Biz size öncülük edeceğiz. Gazanız mübarek olsun!”
     Yaklaşan gemilere Beşparmak dağının Pladini plajına yakın tepelerinden ateş açıldı. Sık ağaçlar ve kayalar arasında bulunan ateş odaklarının çoğu zor fark ediliyordu. Sayılarının çok olduğu da anlaşılıyordu. Susturulmaları oldukça zaman alacaktı. Gemilerin sağına soluna mermiler düşmeye, sudan fıskiyeler, sütunlar yükselmeye başladı. Hiçbir mermi gemilere ve içindekilere zarar vermiyordu. Bir subay, “Lütfi doğan hoca doğru söylemiş. Allah yardım ediyor” dedi.
     Bir başka subay seslendi:
     Dürüstçe çalışarak yardımı hak ettik de ondan.”
     Plaja ilk olarak LCM-314 yanaştı.(*) 314’ün yanına hızla üç LCM daha yanaşıp sıralandı. Aralarında bir metre kadar aralık vardı. Plajın önü sığ olduğu için gemiler kumsala tam yanaşamadılar. O yüzden çıkış kapakları kumsala erişemedi, denize açıldılar.(**) Denizin derinliği burada bele kadardı. Dualarını eden deniz piyadeleri, silahlarını ıslanmasınlar diye başlarının üzerine kaldırdılar. 4 gemiden birden “Allah, Allah” diye bağırarak fırladılar, bellerine kadar gelen denizden geçerek plaja çıktılar.

(*) Bir küçük çıkarma gemisi (LCM) yaklaşık olarak 70 kişi, büyük çıkarma gemisi (LCT) 700 kişi alıyordu. Her askerin sırt çantasında üç günlük yiyecek, beş günlük cephane vardı.

(**)Kapak, karaya açılırsa buna kuru kapak atma, kıyıya iyice yanaşılamadığı zaman denize indirilirse yaş kapak atma deniliyor. Yaş kapak atılınca askerler, denizin derinliğine göre dize,bele, boğaza kadar denize girip yürüyerek plaja öyle çıkıyorlar.

(Turgut Özakman, Çılgın Türkler Kıbrıs, syf 351)

9 Temmuz 2012 Pazartesi

İYİLER - KÖTÜLER

Benjamin Franklin'e soruyorlar:
-Neden kötüler kazanıyor da iyiler kaybediyor?
Franklin şöyle cevaplıyor:
-İyiler kendi doğrularını bırakıyor, kötüler yanlışlarına sıkı sıkıya sarılıyorlar da ondan.

Benjamin Franklin (d. 17 Ocak 1706, Boston - ö. 17 Nisan 1790), Philadelphia; ABD'li yayımcı, yazar, mucit, felsefeci, bilim adamı, siyasetçi ve diplomat.

6 Temmuz 2012 Cuma

HAFTANIN SÖZÜ - 27

"Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin olmalarıdır."

Bertrand Arthur William Russell, 3. Earl Russell.( 18 Mayıs 1872- 2 Şubat 1970), Britanyalı filozof, matematikçi, tarihçi, toplumsal eleştirmen.
Hayatının çeşitli dönemlerinde kendisini liberal, sosyalist ve barışsever olarak tanıtmış ayrıca hiçbirine derinden bağlı olmadığını itiraf etmiştir. Monmouthshire'de İngiltere’nin önde gelen aristokrat ailelerinden birinin ferdi olarak dünyaya gelmiştir.
Russell 1900 lerin başında İnglizlerin “idealizme karşı isyanı” na öncülük etmiştir. Gottlob Frege ve Ludwing Wittgenstein ile birlikte analitlik felsefenin kurucusu kabul edilir. A. N. Whitehead ile birlikte Principia Mathematica adlı kitabı yayınlamıştır. Felsefi denemesi ''On Denoting''(İfade Üzerine) adlı eseri felsefinin paradigması olarak kabul görür. Aynı zamanda geniş bir çevrece 20. Yüzyılın önde gelen mantıkçılarından biri olarak kabul görür. Çalışmaları mantık, matematik, dilbilim, bilgisayar teknolojisi ve filozofiyi, özelliklede dil felsefesi, epistemoloji ve metafiziği önemli ölçüde etkilemiştir.
Russell önde gelen savaş karşıtlarındandır. Serbest ticareti ve anti emperyalizmi desteklemiştir ve barışsever tutumundan dolayı Birinci Dünya Savaşı sırasında hapishanede yatmıştır. Daha sonra Adolf Hitler’e karşı kampanyalar düzenlemiş, Stalinci totalitarizm’i eleştirmiş, Vietnam Savaşı’ındaki tutumu nedeniyle Amerikan hükümetini suçlamıştır. Aynı zamanda nükleer silahsızlanmanın dobra savunucularındandır. Son eylemlerinden bir tanesi İsrail’in Orta Doğu’daki ülkelere karşı izlediği tutumu eleştirdiği bir bildiri yayınlamasıdır.
İnsan Haklarını ve düşünce özgürlüğünü savunduğu yazıları dolayısıyla 1950 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görülmüştür.

5 Temmuz 2012 Perşembe

KAMYON TAMİRİ

Delikanlı kız arkadaşı ile birlikte olacak yer ararlar  ama bulamazlar ve bir kamyonun altına girerler. Bir süre sonra delikanlının omzuna bir el dokunur, delikanlı bakar ki bir polis. Hemen toparlanır ve polis sorar;

" Ne yapıyorsunuz bakayım siz burada"

Delikanlı soğukkanlı olmaya çalışarak;

" Hiiç" der "kamyon tamir ediyordum"

Polis " Bak oğlum,  bu cümle ile 3 hata birden yaptın"

" 1'incisi : Kamyon tamir edilirken yüz üstü değil sırt üstü yatılır."

" 2'ncisi : Alt taraf değil üst taraf çıkartılır."

" 3'üncüsü : Kamyon gideli yarım saat oluyor"

4 Temmuz 2012 Çarşamba

TÜRKLER HAKKINDA (11)

Rus-Osmanlı Savaşı sürerken Rus Çariçesi II. Katerina’ya yazdığı mektuptan:

Yüce majesteleri, Türkleri öldürerek bana yeniden hayat veriyorsunuz. Siz Avrupa’nın gücünü aldınız. Türk dilini ve onu konuşanları Avrupa’dan sürmek gerek... İnsanlığın iki büyük baş belası var: Birincisi veba, ikincisi Türkler... (...) Hümanizm ilkem olmasaydı, Türklerin hepsinin kökünün kazınmasını görmek isterdim. Ben en azından birkaç Türk’ün öldürülmesine katkıda bulunmak isterdim. Gerçi bu benim hoşgörü ilkeme uymuyor, ama insanlar çekilişlerle yoğrulmuştur...”

Prusya Kralı’na yazdığı mektupta ise “

Yunanistan’a zulmeden Türklerden her zaman nefret edeceğim. Ne barbar şeyler! Onlara 60 yıldır Cenevre saatleri satıyoruz, ancak hâlâ bunlarla ne yapacaklarını bilmiyorlar. Saatleri nasıl kuracaklarını bile bilmiyorlar.”

François Marie Arouet (21 Kasım 1694 - 30 Mayıs 1778), Fransız yazar ve filozof. Daha çok mahlası Voltaire olarak tanınmıştır. Fransız devrimi ve Aydınlanma hareketine büyük katkısı olmuştur.
Din ve ifade özgürlüklerinin yanı sıra, insan hakları konusundaki düşünceleri ve felsefi yazınları ile ünlenmiştir. Eserlerinde Kilise dogmaları ve döneminin Fransız müesseselerini yoğun olarak hicvetmiştir. Zamanın en etkili isimlerinden biri olarak tanınır.

3 Temmuz 2012 Salı

SİZ HANGİ TEPKİYİ GÖSTERİRSİNİZ?

KLASİK TEPKİ: 'Sıraya geç kardeşim'
NEOKLASİK TEPKİ: 'Şeker kardeşim sıraya geçiver'
REALİST TEPKİ: 'Sıra var'
SÜRREALİST TEPKİ: 'Sallandıracaksın bunlardan ikisini kızılay`da bak bir daha yapabiliyorlar mı?'
ROMANTİK TEPKİ: 'Beyefendi galiba sırayı görmediniz'
NATURALİST TEPKİ: 'Sırana geç'
MODERN TEPKİ: 'Efendim insanımız eğitimsiz. Halbuki Avrupa da…'
POST-MODERN TEPKİ: 'Sırana geç lan ayı!'
UZLAŞIMCI TEPKİ: 'Acelesi olmasa öne geçmezdi; üzmeyin garibi'
DEVRİMCİ TEPKİ: 'Alt yapı sorunları çözülmeden halkımız sıraya geçmez. Devrim olunca herkes hizaya gelecek'
KADERCİ TEPKİ: 'iki dakika fazla beklesek kıyamet mi kopar? Kısmetse hepimizin işi görülür'
FELSEFECİ (septik-kuşkucu) TEPKİ: 'Ön ve arka kavramları görecelidir, o tarafın ön taraf olduğuna kim karar verdi? Öne geçtiğini zanneden, aslında arkaya geçmiş olabilir'
KANT`ÇI TEPKİ: 'Efendim algılanmayan şeyler yok demektir. Bakmayın o tarafa, adam yok olur'
KÖTÜMSER VAROLUŞCU TEPKİ: 'Herkes bir gün ölecek. Onurlu bir şekilde bekleyin. Bir gün o adamda ölecek'
İYİMSER VAROLUŞCU TEPKİ: 'Sıkmayın canınızı, şu anın tadını çıkarmaya çalışın. Bakın ne güzel hayattasınız ve birileri önünüze geçebiliyor'
HUMANİST TEPKİ: 'İnsanlık bir bütündür. Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için. Dolayısıyla birimiz öne geçince, aslında hepimiz öne geçmiş oluyoruz.'