28 Şubat 2013 Perşembe

GAZETE KENARINA YAZILAN YAZILAR - 2


Ol şeýle bir ugurtapyjy. Gurt görse aga diýýä, aýy görse daýy diýýä, içýanyň penjesinde uklap, ýylanyň kölegesinde gezip bilýär.

Öyle bir işini bilir ki, kurda ağa der, ayıya dayı; çiyanın pençesinde uyuyup, yılanın gölgesinde gezebilir.   

27 Şubat 2013 Çarşamba

4 RAKAMINI 5'İN ARASINA NASIL YAZABİLİRSİNİZ?


Soru: "4 rakamını 5'in arasına nasıl yazabilirsiniz?"

Çinli  : "Şaka mı bu?" 
Japon: "İmkânsız!
Amerikalı: "Soru yanlış!
İngiliz: "İnternette bunu bulamadım!" 
Arap: "Allah bilir!
Türk: "Büyüklerimiz bilir!
Yahudinin yanıtı: "FIVE= Beş; F(IV)E ... İşte bu kadar basit!"

Yorum:
Bundan dolayı Yahudiler, finans, iş dünyası, tıp, mühendislik vs. olmak üzere her konuda ve dünyanın her yerinde kendilerini gösterirler. Beyinleri çift yönlü çalışır! 
Einstein dahil 35 Nobel ödüllünün Yahudi asıllı olması, bence, beyinlerinin 'çift yönlü' çalışmasından çok, dinlerinin katı kurallarına rağmen, çocuklarının eğitimleri için hiçbir şeyden kaçınmamaları, hurafelerden medet ummak yerine, gelişen çağdaş yaşama ayak uydurarak, bilim ve teknolojideki kazanımlarının, kendilerini dışlayan dünyada ayakta kalabilmeleri için tek çıkar yol olduğunu çok önceden görmüş olmaları değil midir? 

26 Şubat 2013 Salı

DEYİMLERİMİZ VE ARDINDAKİ HİKAYELERİ-1


BAĞDAT  GİBİ   DİYAR  OLMAZ 

Dilimizdeki "Ana gibi yâr, Bağdat gibi diyar olmaz." sözünün aslı muhtemelen "Ane gibi yar; Bağdat gibi diyar olmaz." şeklindedir. Çünkü sözün aslındaki Ane kelimesi, Bağdat yakınlarındaki sarp bir uçurumun kuşattığı dik bir geçidin adıdır. Bağdat gibi (güzel) şehir, Ane gibi de (sarp, ama manzaralı) yar (uçurum) olmaz, demeye gelir. Ancak siz Bağdat'ın Osmanlı için önemine bakınız ki oradaki Ane'yi anne yapıvermiş. Tıpkı "Yanlış hesap Bağdat'tan döner." sözüyle Bağdat'ın eskiden beri bir ilim merkezi olduğunun altının çizilmesi gibi.

25 Şubat 2013 Pazartesi

ESKİ HİNT'TE İLGİNÇ YARGILAMA YÖNTEMLERİ


Eski Hindistan’da ilginç yargılama usulleri vardı. Bir kimsenin suçsuz olup olmadığını anlamak için ilginç metotlar kullanılırdı. Sanık iki defa tartılır, ikinci tartıda başına suçun yazılı olduğu bir kağıt konurdu. İkinci tartılmada sanığın ağırlığı değişmiyorsa suçsuz olduğu kabul edilir, tartılar arasında fark olursa suçlu sayılırdı.
Yine, sanığın eli yedi kat incir yaprağı ile sarılır ve eline kızgın demir verilirdi. Eli yanmazsa suçsuz sayılır, eli yandığı takdirde suçlu kabul edilirdi. Bazen de “Sringa” isimli bir zehirli ot yedirilir, ölmediği takdirde suçsuz, ölürse suçlu olmuş olurdu.
Başka bir uygulama ise putları yıkamakta kullanılan sudan sanığa içirilmesiydi. Üç hafta içinde sanık hastalanmazsa suçsuz olduğu anlaşılırdı. Hastalanırsa suçlu olduğu açığa çıkmış olurdu.

(Abdullah Demir, Tarihte İlginç Davalar syf 23)

22 Şubat 2013 Cuma

HAFTANIN SÖZÜ - 48


" Ne kadar çok şey bilir ya da biliyormuş izlenimi yaratırsanız, o kadar güçlenirsiniz. Bildiklerinizin doğru olup olmadığının bir önemi yoktur. Asla unutulmamalıdır ki önemli olan bir sırra sahip olmaktır. "

Umberto Eco
 (d. 5 Ocak 1932, Alessandria (şehir)), İtalyan bilim adamı, yazar, edebiyatçı, eleştirmen ve düşünür. Takma ismi Dedalus'tur.
Dünya kamuoyunun gündemine Gülün Adı ve Foucault Sarkacı gibi romanlarıyla giren İtalyan yazar, aynı zamanda Orta Çağ estetiği ve göstergebilim dalının ustalarındandır. Eco, 1971'den bu yana Bologna Üniversitesi'nde profesör olarak çalışmaktadır ve yapısalcılık sonrası göstergebilim gelişmelerine önemli katkılarıyla tanınmaktadır. Eco, yüksek lisans ve doktora çalışmalarınıThomasçılık akımı ve bu akımın estetik anlayışı üzerine yaptı. Tarihçi, filozof, Orta Çağ uzmanı,James Joyce üzerine derin araştırmalar yapmış bir yazar. Yazarın ilk romanı Gülün Adı 1980'de yayımlandı. 1962'de Torino Üniversitesi'nde doçent, 1969'da ise Floransa Üniversitesi'nde görsel iletişim dalında profesör oldu. 1971'de Bologna Üniversitesi'ne geçti ve 1975 yılında bu üniversitenin Gösteri ve İletişim Bilimleri Enstitüsü'nün başına getirildi.
Eco'nun çalışmaları 1960'ların ortasından itibaren avantgarde yapıtlara, kitle kültürüne yönelmiştir. Son dönemlerde ise, güncel olay ve olguları da ele alan çalışmalar yapmaktadır. Bu çalışmalar arasında edebiyat eleştirileri, tarih ve iletişim yazıları önemli bir yer tutmaktadır. Eco özellikle tarih bilgisiyle süslediği eserlerinde tam bir ustalık gösterir. Özellikle Baudolino adlı eserinde Bizans veIV. Haçlı Seferi hakkındaki anlatılar sürükleyicidir.
Roland Barthes'tan sonra, "ayrıntıların anlamı" ya da "ayrıntıların sosyolojisi" adı verilen bir anlayışın önemli köşe taşlarından birisi olan Umberto Eco'nun pek çok eseri Türkiye'de yayınlandı.
Kasım 2005 ve Haziran 2008 tarihlerinde ABD'den Foreign Policy ve İngiltere'den Prospect dergilerinin internet üzerinden okuyucu anketleri ile oluşturduğu Dünyanın ilk 100 entellektüeli listelerinde, 2005 yılında 2., 2008 yılında 14. sırada yer almıştır.

21 Şubat 2013 Perşembe

ÇIĞLIK


Yolcular uçağın yanında otobüsten inmişler. Bavullarını gösteriyorlar. Bir bakmışlar uçak şirketinin minibüsü yanlarında durmuş. İçinden kaptan pilotla, yardımcı pilot
inmişler.
Yolcular fena halde şaşırmışlar.Nasıl şaşırmasınlar. Kaptan pilotun elinde bir beyaz baston. Kolunda  üç noktalı bant.Yardımcı pilotun elinde bir köpek tasması Tasmanın ucunda bir köpek. Sağa sola çarparak öylece ilerliyorlar  uçağa.
Günlerden 1 Nisan değil ama''Şaka herhalde'' demiş yolcular, doluşmuşlar uçağa.
Uçak pistte hızla ilerlemeye başlamış. Yolcuların gözleri camda. Uçak hızlanmış. Yolcular endişelenmeye başlamışlar. Uçak daha hızlanmış. Pistin sonu hızla yaklaşmaya başlamış.Uçak iyice hızlanmış.
Bazı yolcular paniklemiş, dua etmeye başlamışlar. Uçak son hıza ulaşmış. Bu arada pistin sonuna  da ulaşmış. 100 metre sonra betonun bitip cimlerin başladığını gören yolcular dehşet içinde çığlığı basmışlar.
Tam o anda da kaptan pilot levyeyi sonuna kadar çekmiş. Uçak tam pist biterken tekerleklerini yerden kesmiş, havalanmış.
Kaptan pilot arkasına yaslanmış derin bir nefes almış ve yardımcı pilota dönmüş:
 ''Biliyor musun? Bir gün çığlık atmakta gecikecekler  ve hep birlikte geberip gideceğiz!''

* Dünyada nice kör yöneticiler  var...

20 Şubat 2013 Çarşamba

ÖLÜLER ÇİÇEK KOKLAMAZ


1      Amerika'lı iş adamı, bir Çinli'yle alay ederek sormuş:
- Ölüleriniz, mezarlarına koyduğunuz pirinçleri ne zaman yiyecek?
Çinli, başını kaldırmadan cevap vermiş:
- Sizin ölüleriniz, koyduğunuz çiçekleri kokladığı zaman.

19 Şubat 2013 Salı

VÜCUT SİMETRİSİNİN ÖNEMİ


“Biyolojinin, bilinçli beynimize karşı galip gelmek için kendine özgü yöntemleri vardır; evrim sürecinden sağ çıkmamızı sağlamak için gerçekliğimizi yönlendirir, bu yüzden kadın beyni yakışıklı erkeği seçecektir, onun kendisine daha büyük orgazmlar yaşatacağını düşünür. Davranış ekolojistlerine göre hayvanların dişileri de –akreplerden kırlangıçlara kadar- vücut simetrisi en iyi olan erkekleri seçerler; vücut simetrisi vücudun iki tarafının birbiriyle uyumlu olduğu anlamına gelir. Vücudun parçalarının mükemmeliyetlerine dikkat etmek gelecek nesillere geçecek genlerin hastalık, yetersiz beslenme ya da genetik bozuklukları nedeniyle bozulmamasını garantileme amacı taşır. Kötü genler ya da hastalıklar vücutta, örneğin ellerde, gözlerde kuşların tüylerinde orantısızlıklara yol açabilirler, bu bozukluklar dişilerin hayvanlar alemindeki benzerlerimizin seçimlerini yapmalarında önemli rol oynayan görsel göstergelerdir.”

Dr. Louann Brizendine, Kadın Beyni syf 103-104)

15 Şubat 2013 Cuma

HAFTANIN SÖZÜ - 47


İnsanda güzel olan yüzdür,
Yüzde güzel olan gözdür.
Ama insanı insan yapan,
Ağızdan çıkan sözdür...
Mevlana Celaleddin-i Rumi

14 Şubat 2013 Perşembe

ALDIĞIMIZ FİYATA SATARIZ

Keçecizâde'nin Rusya'da bulunduğu sıralarda Rus Çarı, Keçecizâde Fuad Paşa'ya takılır:
- Paşa, şu Girit'i satsanız!
- Hay hay, satalım ekselans
- Kaça satarsınız?
- Aldığımız fiyata.
Girit'in yirmi seneyi aşkın bir zamanda ve binlerce şehitle alındığını bilen Çar sararır.

13 Şubat 2013 Çarşamba

SİZ, TÜRKLER...


“…Burada (Malta’da) hemen hemen dünyanın bütün milletlerine mensup insanlar var…Hepsi de aynı şekil ve usuller içinde hayatlarını sürdürüyorlar. İnsanların ferdi ve toplu özelliklerini ancak böyle felaket günlerinde anlamak mümkündür. Malta’nın bir esirler kampı haline getirildiği ilk günden beri burada komutan mevkiindeyim. Hemen hemen bütün dünya milletlerine mensup olan insanlarla temas ettim. Elimi vicdanıma koyarak ve aklımı hakem yaparak diyorum ki, siz Türkler, bu milletler arasında vakar, tahammül, disipline riayet, ferdi gurur, milli onur itibariyle bambaşka insanlarsınız. Yine affınıza sığınarak diyeceğim ki, bu duygulara ve hasletlere daha çok sahip olanlar da, çoğu okumamış olan köylülerinizdir. Anlıyorum ki, başka milletlerde genel olarak ilim ve irfandan, kültür ve sanattan edinilen bu meziyetler, sizde milli ve ırki birer Allah vergisidir. Aman bunlara dikkat ediniz…”
Malta Esir Kampı komutanı İngiliz albay Sitiren
(Ana ben ölmedim – 1. Dünya Savaşı’nda Türk Esirleri syf 245)

11 Şubat 2013 Pazartesi

ENFLASYON VERİLERİ


Devlet İstatistik Enstitüsü'nün enflasyon hesaplaması için fiyatındaki değişmeleri izlediği ürünlerin "tam listesi" : Hortum, yaş pasta, antep fıstığı, leblebi, madlen çikolata, ruj, oje, fanila, iç çamaşırı, cam, musluk, kilit, tül perde, soba borusu, böcek ilacı, çalı süpürge, gündelikçi kadın ücreti, enjektör, yara bandı, gözlük camı, patinaj zinciri, oto pastası, pinpon topu, lego, flüt, spor toto, milli piyango, hamam ücreti, ahtapot (kalamar), karides, balık yumurtası (havyar), mermer, kireçtaşı, zımpara, yem, ciklet, ispirto, çuval, sütyen, külot, kereste, cd-kaset, kimyasal maddeler, gübre, barut, dinamit, lastik eldiven, cam yünü, tuğla, alçı, teneke kutu, fişek, oto jantı, korna, elektrik sayacı, tencere, çöp sepeti, ampul, pil, tornavida, kum, dikenli tel, dikiş makinesi, matkap ucu, kadın bağı, kiremit, yapıştırıcılar, mürekkep, kolonya, serum, demir, bakır.
Listede olmayanlar: Peynir, zeytin, çay, şeker, yumurta, çiçek yağı, zeytin yağı, makarna, helva, bal, reçel, kahve, ekmek, margarin, salça, sucuk, et, süt, pirinç, mercimek, nohut, kuru fasulye, un, bebe bisküvi, meyve suyu, sigara, ekmek, deterjan, çocuk bezi, piknik tüpü, doğal gaz, elektrik, su, telefon,sebze, meyve vs. vs...
İnsanlarımızın üçte birinin içtiği rakı, şarap, bira, votka, konyak gibi içkiler nerede?
PIRLANTA TAŞ…ELMAS  ACABA HANGİ FONDAN İNCELENMEKTE

8 Şubat 2013 Cuma

HAFTANIN SÖZÜ - 46

"Cihan ahlaksızlarla harap olmaz, cihanı âlimlerin  dalkavukluğu harap eder."


Keçecizade  İzzet Molla 

1785'te  İstanbul'da dünyaya geldi. Türk kültür hayatının henüz kesin çizgilerle Batı'ya yönelmediği bir dönemde, Türk edebiyatının dahili tekamülü sayılabilecek yeni hamleler yaptı. Bunların en önemlileri olarak; dilde sadeleşme cereyanının iddiasız, isimsiz 
öncülerinden biri olması ve mesnevi geleneğindeki "tecrid" esaslı anlatımdan mimesise esasına bağlı bir anlatım tekniğine yönelmesi sayılabilir.. 
Hassas, fevri mizacı, nüktedan bir kişiliği olan İzzet Molla, en zor anlarında bile hayatın 
komiğini yakalamasını bilir. 
İzzet Molla'nın  şair kişiliği yanında, uzak görüşlü, sağduyulu ve zamanındaki dünya 
dengelerini çok iyi bilen bir devlet adamlığı yönü de vardır. 1876 Türk-Rus savaşından önce 
kaleme aldığı ve onun Sivas'a sürgün edilmesine sebep olan -savaş karşıtı olduğunu içeren- 
Layiha'sı, onun ne kadar öngörüşlü bir devlet adamı olduğunu göstermektedir.  
1829'da Sivas'ta sürgünde iken ölen İzzet Molla'nın yenilik unsurları taşıması bakımından 
özellikle Mihnet-Keşan adlı eseri dikkate değerdir.   

7 Şubat 2013 Perşembe

LAVOİSİER'NİN KAFASI


Kimya biliminin dehası Lavoisier' nin, asıl eğitimi hukuktu ve Paris Barosu'na kayıtlı bir avukattı. Bilimsel gözlem ve yorum üzerine yaptığı konuşmaları nedeniyle bütün dünyada ün kazanmıştı. Kimya bilimini reddeden yobazları gösterip;
"Bu kelleler hiçbir şeye yaramaz"
dediği için tutuklandı. Aynı gün yargılanıp, giyotinle ölüme mahkum edildi.
Lavoisier; matematikçi Lagrange' i çağırdı ve;
"kafam sepete düştüğünde gözlerime bak. Eğer iki kere göz kırparsam; insanın
kafası kesildikten sonra bir süre daha beyin düşünmeye devam etmekte  demektir".
..
dedi
Lavoisier' in kafası kesildi, sepete düştü ve gülerek iki kere göz kırptı.
Matematikçi Lagrange diyor ki;
"Lavoisier' in son saniyedeki ispat arayışı, bilimselliğin yüzyıllar sürecek meşalesidir. Ama o yobaz kafalar asırlarca karanlıkta sürünecekler, insanlığı da süründürecekler"...

6 Şubat 2013 Çarşamba

EŞİM OLMA, KARIM OL!

Bakma daha ilkel durduğuna sen, ruhu vardır kelimelerin.
“Karı-koca” “eş”ten daha çok şey anlatır. Hatta belki bize unutulmuş bir şeyi söyler.
Sahi, biliyor musun? Neden erkeğe “koca”, kadına da “onun karı” demiş eskiler?
Eşim değil, karım ol!
Kedilerin eşi olur, terliklerin de…
İnsanın eşi olmaz.
Bir ömür eşlik ediyor diye mi sevgiliye eş denir?
Eşlik etmek yeter mi?
Fazlasını beklemez mi insan yârinden?
Kelimeleri yitirmeseydik anlardık belki, evlenecek erkeğe eskilerin neden ”koca” dediklerini. Çünkü “koca” bilge demektir, yüce demektir. Koca demek, dağ demektir.
Ve ne kadar yüce olursa olsun, üstünde kar olmayan dağ eksiktir.
Dağların yücesine kar yağar diye kadına da “kocanın karı” demişler.
Bakma şimdi evlenenlerin “karı-koca” ilan edildiğine. “Koca ve onun karı” olmalıdır aslında. Yani yüce bir dağ olmalı adam.
Kar gibi pak ve masum olmalı kadın.
Örtmeli ve bir ömür, süsü olmalı dağın.
Çünkü üşür tepesinde kar olmayan dağ, ne kadar yüce olursa olsun, yarım görünür…
Eşim olma, karım ol!
Bana benzemeye çalışma sakın. Bana benden lazım değil bir tane daha. Ama unutma ki sensiz yarımım.
Her zaman söylemem, ama sen anla.
Eşim olma, karım ol!
Beni tamamla…

(Kaynak Burhan Bursalıoğlu)





4 Şubat 2013 Pazartesi

GİT ŞU PAŞA'YA SOR!...


Ahmet Vefik Paşa Paris Büyükelçisi iken İmparator III. Napolyon’un yeni yaptırdığı bir opera binasının açılış törenine davet edilir. Tören sırasında Ahmet Vefik Paşa, Napolyon’a en yakın locaya kurulmuş, tavır ve davranışlarıyla imparatora hiç aldırmayan bir izlenim verir. Bu umursamazlığa içerleyen Napolyon, Ahmet Vefik Paşa’ya bir adamını göndererek:
- Git şu Osmanlı Paşasına sor, kendini hâlâ Kanuni devrinde mi sanıyor, der.
Adam gelir ve Napolyon’un dediklerini aynen aktarır.
Ahmet Vefik Paşa bu soruya aynı umursamazlıkla şu cevabı verir:
- İmparator hazretlerine hatırlatırım ki Osmanlı tahtında Kanuni olsaydı, kendileri orada olmaz, yerlerinde ben olurdum.

1 Şubat 2013 Cuma

HAFTANIN SÖZÜ - 45

"Yüksek bir mevkiye yerleşen alçak bir kişiden daha kötü bir şey olamaz." 

Claudius Claudianus, usually known in English as Claudian (ca. 370 – 404 AD), was a Latin poet associated with the court of the emperor Honorius at Mediolanum (Milan), and particularly with the general Stilicho. His work, written almost entirely inhexameters or elegiac couplets, falls into three main categories, poems for Honorius, poems for Stilicho, and mythological epic.