Giardino "hazır ol" çektiğinde on binleri hizaya sokan bir İtalyan generalin oğludur ve elbette sümüklü mahalle veledlerindan farklı yaşar. Peşi sıra uşaklar, dadılar dolanır, mürebbiyeler, müzisyenler, binicilik hocaları selama dururlar. Özel odalar, cibinlikli yataklar, ipekli pijamalar, faytonlar, piyanolar, kemanlar...
Senyor Bruno bir gün oğlunu kenara çeker ve "Bak Giardino" diye fısıldar: "Eğer benim gibi subaylığı seçersen çabuk yükselir, nazır bile olabilirsin. Önünde ele geçmeyecek bir fırsat var..."
Gelgelelim Giardino'nun makamla mevkiyle işi olmaz. Henüz çocuk yaşta birçok tarikata girer çıkar, kendince hakikati arar. O devir papazları böylesi meraklılardan hoşlanmaz, "teslis" gibi hassas konuları kaşıyanlara "dinden sapmış" muamelesi yaparlar. Anında biletini keser, cehennemden yer ayırırlar! Ama koskoca Senyor Bruno'nun oğluyla uğraşmak onların da boyunu aşar. Giardino riskini bilmesine rağmen onları sual yağmuruna tutar, cevap alamayınca eleştiriye başlar.
Giardino'ya göre en üstteki düğme yanlış iliklendi mi alta kadar hepsi kayar. Papa istikamet bulmadıkça, papazlar hizaya sokulamazlar. Artık Hıristiyanlar takkelerini önlerine koymalı, "baba-oğul-Ruh-ül kuds" üçlemesinden kurtulmalıdırlar. Lakin konunun muhatapları ısrarla tartışmadan kaçarlar. Hasılı büyük bir iştiyak ile girdiği ruhanilerin arasında da aradıklarını bulamaz.
Garibim boşa koyup dolduramaz, doluya koyar aldıramaz. İşin içinden çıkamayınca saçlarını yolmaya, yüzünü tırnaklamaya başlar. İşte tam o günlerde bir dostu Endülüs eserini önüne koyar. Bu kitaplar Giardino'yu önce sarsar, sonra sarar. Tutar öğrendiklerini savunmaya kalkar, özellikle astronomi üzerinde kilisenin görüşüne kafa tutar. O sadece güçlü bir şair değil, iyi bir matematikçi, orta halli bir hekim ve yumuşak sesli bir hatiptir. Hal böyle olunca şehir şehir gezer, üniversitelerde günü birlik dersler verir. Bu avare hayat işine gelir çünkü her konuşmasından sonra ortalık gerilir, o engizisyoncular uyanamadan mekan değiştirir.
Giardino kürsüye çıktı mı mutlaka "vahdaniyet" adına bir şeyler söyler ve kiliseye dokundurmadan yapamaz. Evet çok alkış alır ama düşmanları da bir o kadar artar. Methiye düzenlerle, lanet yağdıranlar karşılıklı atışınca Roma engizisyon mahkemesi soruşturma açar. Dostları onu apar topar Milano'ya kaçırırlar. Burada da ağaların nasırına basar, onu babasının hatırına kurtarır, adeta ipten alırlar. Giardino'nun çenesi Venedik ve Nis'te de durmaz, o konuştukça kara kukuletalılar rapor tutar, çemberi iyice daraltırlar. Cenevre, Lyon, Toulousse derken kaçacak şehir, sığınacak delik kalmaz. Dostları "seni anlıyoruz ama biraz olsun susamaz mısın" deseler de geri adım atmaz. Çok daralınca Fransa Kralı'nın himayesine girer ve oturup kitap yazar. Tutar "eleştirilemeyen, eleştirilmesi teklif bile edilemeyen" Batlamyus'un tekerine çomak sokar. Bir ara Paris Üniversitesinde geleneksel olarak yapılan "Eflatun mu, Aristo mu" münakaşasına katılır. Milletin şaşkın bakışları arasında "al birini vur ötekine" der: "Geçmişi silin gitsin. Bu adamlara niye saplanıyorsunuz ki? Bilim adamı dediğin azıcık etrafına bakar!.."
Şimdi bunda ne var diyeceksiniz, ama Rektör bey bu küstahlığı (!) af etmez, ona karşı cephe açar. Ortalık tatsızlaşınca toplar bavulunu, kapağı İngiltere'ye atar, Oxford'ta astronomi anlatmaya başlar. Ancak yine rahat durmaz kainat, sonluluk, sonsuzluk ve gezegen hareketleri konusunda kiliseyle karşı karşıya gelince onu münazaraya çıkarırlar. Rakiplerini defalarca susmaya mecbur bıraksa da İngilizlerin taassubunu kıramaz. Bruno'ya göre "ahmaklara hakikat anlatmak, domuzlara inci sunmaya" benzer ve Britanya'nın ahmak ortalaması diğerlerine "fark" atar. Söz "Allah aşkı"ndan açıldığında "kalbimin ateşini, Kafkasya'nın karları bile söndüremez" dese de onu dinsizlikle itham eder ve pusuya yatarlar. Bruno, Almanya, Avusturya ve Macaristan'ı da dolanır, gezdiği yerlerde inandığını anlatır. Bir kurtulur, iki kurtulur ama bir gün yakalanıp yargılanacağının farkındadır.
Nitekim kendini davet eden bir ikiyüzlünün oyununa gelir, kapana kısılır. Engizisyonun şakası yoktur, başka biri olsa, ilk celsede cellada yollarlar ama ona bir şans daha tanırlar. Üstüne basa basa "ne sen böyle şeyler söyledin, ne de biz duyduk" der, korumaya alırlar. Gelgelelim o inatla "hayır" diye haykırır, "ne söylediğimi iyi biliyor ve ısrar ediyorum. Var ve bir olan Allah'a inanıyor, Hazret-i İsa'yı sizden fazla seviyorum. Beni kimse kilisenin yanlışlarını savunmaya zorlayamaz!.." Papazlar "bunu sen istedin" der, "kanını dökmeden öldürülmesine" karar alırlar, ki bu "yakılacak" demektir. Giardino hükmü titrek sesle okuyan yargıca "bakıyorum da siz benden fazla korkuyorsunuz" diye takılır, "çünkü batıla hizmet ediyorsunuz". Önüne yığılan kütüklerin ateşlenmesini alaycı gözlerle izler ve öpmesi için uzatılan haçı elinin tersiyle iter. Alevler eteklerini tutuşturduğunda "ben mücadele ettim ya, bu da yeter" der, "zafer kazanıp kazanmamak elimde değildi, ancak gelecek nesiller hakkı teslim edecek, Giardino ölümden korkmadı diyecekler. Ben hakikat için ölümü seçtim, siz ölü gibi yaşamayı yeğlediniz!" (1601)
Bakın şu işe ki onun dediği çıkar. İtalyan Hükümeti Giardino'nun yakıldığı yere heykelini diker (1889), eserlerini özenle basar. Birçok Batılı düşünür hareket noktasını Giardino Bruno'dan alırlar...
irfan.ozfatura@tg.com.tr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder