30 Nisan 2012 Pazartesi

BİR YAŞAM DİYALEKTİĞİ

"ÖNCE SİZİ UMURSAMAZLAR
 sonra SİZE GÜLERLER,
 sonra SAVAŞ AÇARLAR,
 sonra SİZ KAZANIRSINIZ"

Mahatma Gandhi

27 Nisan 2012 Cuma

HAFTANIN SÖZÜ - 19

-Biz Türkiye’nin içindekileri sevdik, insanıyla, otuyla, akarsuyuyla, kayan yıldızlarıyla.
Ama şunu da söyleyeyim, bestelerimi beğenmezseniz size kırılmam, sizle ahbaplık edebilirim.
Tuttuğum takımdan hoşlanmayabilirsiniz, sizle ahbaplık edebilirim, bir masada yemek yiyebilirim.
Sevdiğim ya da çıktığım bir kadından hoşlanmayabilirsiniz, sizle ahbaplık kurabilirim.
Ama Mustafa Kemal’i sevmeyen bir adamla ahbaplık edemem, onun dostu olamam.
Çünkü Mustafa Kemal uygarlıktır, çağdaşlıktır.”

VOLKAN KONAK

24 Nisan 2012 Salı

TÜRKLER HAKKINDA (7)

Türk kadınlarının en büyük süsleri Türk oluşlarıdır. Onlar süslenmek için elmas veya zümrüt takmazlar. Çünkü her Türk kadını canlı birer inci ve paha biçilmez bir pırlantadır.
Lady Mary Wortley Montagu
(d. 26 Mayıs 1689, Londra - ö. 21 Ağustos 1762, Londra) İngiliz yazar ve Osmanlı döneminde İngiltere tarafından İstanbul'a elçi olarak atanan Edward Wortley Montagu'nun eşiydi.

18 Nisan 2012 Çarşamba

1000 AYNALI TAPINAK..

Hindistan' da yüksek bir dağın doruğuna yapılmış " BİN AYNALI TAPINAK " adlı görkemli bir tapınak vardı. Günlerden bir gün bir köpek dağa tırmandı. Tapınağın merdivenlerinden çıkarak " BİN AYNALI TAPINAK " a girdi. Tapınağın bin aynalı salonuna geçtiğinde bin tane köpek gördü. Korkarak tüylerini kabarttı; kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırdı; korkutucu hırıltılar çıkararak dişlerini gösterdi. Ve bin köpek de tüylerini diktiler; kuyruklarını bacaklarının arasına alıp korkunç sesler çıkartıp dişlerini gösterdiler. Köpek paniğe kapılarak tapınaktan kaçtı. Ve o andan itibaren bütün dünyanın tehlikeli, korkunç köpeklerle dolu olduğuna inandı.
.......
Bir süre sonra bir başka köpek gelip dağa tırmandı. O da tapınağın merdivenlerinden çıkıp " BİN AYNALI TAPINAK "a girdi. Tapınağın bin aynalı salonuna geldiğinde bin tane köpekle karşılaştı ve çok sevindi: Kuyruğunu salladı; neşeyle oradan oraya zıpladı ve köpekleri oynamaya çağırdı. Bu köpek tapınaktan çıktığında dünyanın dost ve sevecen köpeklerle dolu olduğuna inanıyordu. "
...........
Almanca' dan çeviri: Aydoğan Kekevi 14.02.02 Almanya.
KOPF FIT ( Dinç-Baş ) adlı " Eczahaneciler dergisi" nin Şubat 2002 sayısından alınmıştır.

17 Nisan 2012 Salı

BİR MEKTUPTAN...

 "Hayallerin adamısınız... Ama hayaller olmasa hayatın ne anlamı olurdu."
(Fridtjof Nansen'den Jules Verne'e 30.03.1897)
Fridtjof Nansen, 16 Nisan 1861 - 13 Mayıs 1930 tarihleri arasında yaşamış, o zamanki adı Christiania olan Oslo doğumlu ünlü gezgin, bilimadamı ve diplomat. Milletler Cemiyeti'ndeki çalışmaları ile 1922'de Nobel Barış Ödülü'nü almıştır. Büyük bir çoğunluk tarafından Norveç tarihindeki en önemli şahsiyetlerden biri sayılır.
Fram ile çıktığı Kuzey Kutbu yönündeki keşif gezilerinde büyük bir başarı kazandı. Sonraları başarılı bir zoolog ve okyanusbilimci haline geldi; nöron teorisinin öncülerinden biri oldu.

16 Nisan 2012 Pazartesi

HANGİSİ OLALIM?

Arabanın lastiği tam tımarhanenin önünde patlar. Adam arabayı kenara zor yanaştırır. Sonraki işlem malum... Kriko, stepne, bijon anahtarı ve tekeri söker. Ama söktüğü 4 adet bijon, yuvarlanıp yağmur mazgalına düşer. Mazgal açılır gibi değil, Bijonlar görünmüyor bile. Adam bir sağına bakar, bir soluna bakar, çaresiz kaldırıma çöker.
 Olayı en başından beri tımarhanenin demir parmaklıklı penceresinden izleyen bir deli, seslenir;
    - Ula salaaak! Sen ne yapıyorsun orda öyle?
    - Sorma birader, lastik patladı ve değiştirirken bijonları mazgala düşürdüm.
    - Düşündüğün şeye bak! Diğer lastiklerden birer tane bijon çıkar. Hepsi 3 bijonlu olsun. Seni, lastikçiye kadar idare eder.
Adam hemen denileni yapar. Ve akıl hastanesindeki deliye seslenir:
    - Senin ne işin var tımarhanede?
Cevap müthiştir....
    - Biz burada delilik'ten yatıyoruz kardeşim, salaklık'tan değil...!

13 Nisan 2012 Cuma

HAFTANIN SÖZÜ - 18

"Bilim ve sanat bir kuşun kanadı gibidir. Bu kanatları kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olur. Uçamayanlar ise tavuk olur. Tavuk toplum, önüne atılan yemi gagalarken, arkadan yumurtalarının alındığının farkında bile olmaz."
Charles DARWIN

12 Nisan 2012 Perşembe

BİRAZ FELSEFE

Bilgeye sormuş bir adam,
"Kırılan kalp yine sever mi?" diye..
Bilge "Evet" demiş...
"Peki üstadım" demiş adam,
"siz hiç kırılan bardaktan su içtiniz mi?"
Bilge yanıtlamış:
"Peki ya sen, bardak kırıldı diye hiç su içmekten vazgeçtin mi ?"

11 Nisan 2012 Çarşamba

ERMENİ RESMİ BELGELERİNDE ERMENİ MEZALİMİ - 8

BELGE 8/
TAŞNAK KOMUTANIN RAPORU:
TÜRK ORDUSUNU COŞKUYLA KARŞILAYAN ERMENİ KÖYLÜLERİ


Türk ordusu bugün soykırım yapmakla suçlanıyor. Oysa bir Taşnak komutanının yazdığı rapor, Ermeni köylülerin Ermeni ordusuna değil, Türk ordusuna güvendiğini açıkça ortaya koyuyor. Bu rapor, Ermeni Devlet Arşivi'nde f. 68/200, d. 867, y. 278 numaralarında kayıtlıdır.

Taşnak hükümeti ordusu komutanı, firar eden askerleri aramak üzere Eçmiadzin kazasından Gümrü köylerine bir subay gönderir. Bu subayın ifadelerine dayanarak komutan, Taşnak hükümeti ordusunun genel karargâhına 14 Kasım 1920 tarihinde şu bilgileri rapor eder:

 "Gümrü bölgesi Ermenileri Taşnak subayını düşmanca karşılamış ve hatta birkaç kez Türklere teslim etmeye kalkmışlar. Birçok köyde halk tepkili ve askeriyeyi düşman olarak görüyor. İlhiab ve Kapanak köylerinde kızıl bayraklar çekilmiş. (.) Subayım, M. Kapanak köyünde Selçan Ermenilerinden oluşan atlıların eşliğindeki Türk süvari devriyesiyle karşılaşmış. Türkler, ekmek ve tuzla karşılanmış. Köylerde kadınlar kazanlarda yemekler hazırlamışlar. Subayım, yemeği kimin için hazırladıklarını sorduğunda şöyle cevap vermişler: 'Tabii ki Türkler için, sizin için değil.'"

9 Nisan 2012 Pazartesi

TÜRKLER HAKKINDA (6)

Türklerin yalnız sonsuz bir cesareti değil, iradeleri sersemleştiren bir sihirbaz zekası vardır. İşte Türk, bu zekasıyla zafer kazanır, uygarlıklar yaratır ve insanlık dünyasında en şerefli hizmeti başarır. Zaten Avrupa'nın yarısını yüzyıllarca boyunduruk altına almak başka türlü mümkün olamazdı.
Mihail Çarnayev (Rus General)

6 Nisan 2012 Cuma

HAFTANIN SÖZÜ - 17

"KÜÇÜK İNSANLARIN BÜYÜK GURURLARI VARDIR"
François Marie Arouet “VOLTAİRE” (21 Kasım 1694 - 30 Mayıs 1778)

5 Nisan 2012 Perşembe

KAZ GÖNDERSEM YOLARMISIN?

Çok soğuk bir kış günü padişah, tebdil-i kıyafet gezmeye karar vermiş.
Yanına baş vezirini alıp yola çıkmış.
Bir dere kenarında çalışan yaşlı bir adam görmüşler.
Adam elindeki derileri suya sokup, döverek tabaklıyormuş. Padişah, ihtiyarı selamlamış:
-"Selamünaleyküm ey pir'i fani..."
-"Aleykümselâm ey serdar'ı cihan..."
Padişah sormuş:
-"Altılarda ne yaptın?"
-"Altıya altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor..." Padişah gene sormuş:
-"Geceleri kalkmadın mı?"
-"Kalktık... Lakin ellere yaradı..."
Padişah gülmüş:
-"Bir kaz göndersem yolar mısın?"
-"Hem de ciyaklatmadan..."
Padişahla baş vezir adamın yanından ayrılıp yola koyulmuşlar. Padişah baş vezire dönmüş:
-"Ne konuştuğumuzu anladın mı?"
-"Hayır padişahım..." Padişah sinirlenmiş:
-"Bu akşama kadar ne konuştuğumuzu anlamazsan kelleni alırım."
Korkuya kapılan baş vezir, padişahı saraya bıraktıktan sonra telaşla dere kenarına dönmüş.
Bakmış adam hala orada çalışıyor.
-"Ne konuştunuz siz padişahla..." Adam, baş veziri şöyle bir süzmüş:
-"Kusura bakma. Bedava söyleyemem. Ver bir yüz altın söyleyeyim."
Baş vezir, yüz altın vermiş.
"Sen padişahı, serdar-ı cihan, diye selamladın. Nereden anladın padişah olduğunu."
-"Ben dericiyim. Onun sırtındaki kürkü padişahtan başkası giyemezdi."
Vezir kafasını kaşımış.
-"Peki, altılara altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor ne demek? "
Adam, bu soruya cevap vermek için de bir yüz altın daha almış.
-"Padişah, altı aylık yaz döneminde çalışmadın mı ki, kış günü çalışıyorsun, diye sordu. Ben de, yalnızca altı ay yaz değil, altı ay da kış çalışmazsak, yemek bulamıyoruz dedim.(32 ise ağızdaki dişten kinaye, boğaz)"
Vezir bir soru daha sormuş...
-"Geceleri kalkmadın mı ne demek?"
Adam bir yüz altın daha almış.
-"Çocukların yok mu diye sordu. Var, ama hepsi kız. Evlendiler, başkasına yaradılar, dedim..."
Vezir gene kafasını sallamış.
-"Bir de kaz gönderirsem dedi, o ne demek...
Adam gülmüş, "Onu da sen bul..."

4 Nisan 2012 Çarşamba

İNSAN SEVDİĞİNE GÖTÜRDÜĞÜ ŞEYİ SAYARMI?

Hava sıcak... Ufuklar sarı... Ve zaman yuvarlanamayan koca bir kaya gibi!..
iki ayak şu yöne ve iki ayaksa bu yöne doğru toprakta izler bırakırken, karşılaşırlar...
Tespihi elinde, dudakları kıpırdayan derviş; başını kaldırıp, güneş tarafından gelen karaltıya bakar, kısılmış gözleriyle...
Yazması başında savrulan, alnında ter damlacıkları parlayan bir genç kızdır gelen, al al olmuş yanaklarıyla...
Ucundan tuttuğu eteğinin içi doludur ve tepe bayır aşarak hızlı hızlı yol almaya çalışmaktadır...
Derviş, meraklanır onu görünce...
-“Nereye gidiyorsun böyle” diye sorar kıza... “ne taşıyorsun kucağında?”
Durur kızcağız. Şöyle bir soluk alır... Taaa uzaklara bakar sonra. Bir noktaya takılır gözü. Elini uzatarak;
-“İşte orada der... Oradaki tarlada sevdiğim çalışıyor. Ona elma götürüyorum..”.
Derviş bir uzağa bakar, bir iyice doldurulmuş eteğe...
-“Kaç tane bu elmalar” diye sorar...
Bir yandan dudağını büküp omzunu kaldırır genç kız;
-“Nerden bileyim”  anlamında... Diğer yandan da heyecan kanatları tekrar açılır sırtında. Yürümeye başlarken gülümser...
Fakat bu defa o merak etmiştir; hayret ve şaşkınlık içinde, sorar dervişe:
-“İnsan” der... İnsan hiç, sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı?..”
Derviş kala kalır orada, öylece... Topuklarından kumlar savrularak ufka doğru gittikçe ufalan genç kızın ardından bakakalır...
Yere çöker sonra... Bir büyük taş alıp vurur üstüne;
Tespihini kırar!..

3 Nisan 2012 Salı

EDEBİYAT BİLMEK

Edebiyatı bilmek kişiyi anlayışlı kılar, anlayış kişiyi geniş bakışlı kılar, tasavvur genişliği soyluluk getirir. Soyluluk cennet gibidir.

LAO-TSE

2 Nisan 2012 Pazartesi

GEÇERLİ MAZERET

Yaşlı zengin adam, henüz satın aldığı yepyeni lüks ve üstü açık arabasını galeriden çıkardı ve şehirde dolaşmaya koyuldu. Şehirden çıktı ve hızlanmaya başladı.
120 ile giderken rüzgâr, kalan tek tük saçlarını uçuruyordu. Tam da bu sırada dikiz aynasında çakar lambaları ve sirenleriyle peşine takılan polis arabasını gördü ama umursamadı, hızını arttırdı.
140-160-180 ve 200 kilometreyi gördü, polis de peşinde. Birden,
"Yahu ben ne yapıyorum, bu boku yemek için çok yaşlıyım" dedi ve yavaşlayıp sağa çekti.
Polis, arabasından inip yanına geldi ve,
" Beyefendi, benim vardiyam yarım saate kadar bitiyor ve bugün cuma. Eğer bana bu kadar hızlı gitmek için daha önce hiç duyulmamış mantıklı bir neden söyleyebilirseniz sizi bırakacağım." dedi.
İhtiyar derin bir nefes aldı ve,
"Yıllar önce karım beni bırakıp bir polis memuruyla kaçmıştı. Onu geri getiriyorsunuz sandım" dedi.
Polis,
"İyi bir hafta sonu dilerim, beyefendi" diye yanıtladı.