30 Aralık 2011 Cuma

HAFTANIN SÖZÜ - 5


'Ölümsüzlük'
10 Kasım 1938' de,
Saat 09:05' de bir Türk tarafından bulunmuştur!!!

Muharrem İNCE

29 Aralık 2011 Perşembe

KÜRTÇE’DE KÜRT SÖZCÜĞÜ YOK!


Kürt diliyle ilgili önemli bir sorun da bu halkın etnik adı olan “Kürt” kelimesinin, Kürtçe denilen lisanda hiçbir anlamının olmamasıdır.
Nikitine, Kürt adının anlamı ile ilgili Marr’ın düşüncesini aktarmakta ve bu adın Ermenicede “hadım” anlamına geldiğini söylemektedir.

Kürt adı Arapça’da, “karada” fiilinden türer, yani “kovulan”, “sürülen” anlamını taşır.
Farsça’da ise “cesur”, “savaşçı” anlamına gelir.
Türkçe’de “Kürt”, “kar yığını” anlamına gelir.
Kaşgarlı Mahmud’un lugatında “Kürt” için iki anlam verilir. Birinci anlam yay yapmada kullanılan Kayın ağacına “Kürt” denmektedir. İkincisi bir ses olarak “kürt-kürt” yinelemesi.

Peki Kürtçe’de “Kürt” ne demektir?
Kürtçe’de “Kürt” diye bir kelime yoktur!
Bir kavmin adını çoğunlukla kendileri verir, bazı durumlarda başka kavimler ona verebilir, ancak her iki durumda da “kavim adı”nın o toplumda işselleşmesi, dile geçmesi gerekir. Ancak Kürtçe’de bu olmamıştır, çünkü tarihsel olarak “kürt” adı yoktur, son iki yüzyılın ürünüdür.

“Ekrad” ise “Kürt”ün çoğulu değil, zaten çoğul olan, kalabalık ifade eden “konar-göçer” kabileler için kullanılan bir kelimedir.

(Türk Yurdu Anadolu, Gökçe Fırat, syf 156-157)

28 Aralık 2011 Çarşamba

EY VEKİLLER! ATA'NIZIN KOYDUĞU İLKELERİN FARKINDA BİLE DEĞİLSİNİZ

YIL 1923.....................

Dönemin Maliye Bakanı Hasan Fehmi Ataç , TBBM’de Mustafa Kemal Atatürk’e sorar
-"Paşam; vekil maaşlarını düzenleyeceğiz, ne kadar verelim?"

Mustafa Kemal Atatürk’ün cevabı, şu an, cebini düşünen, Kuvayı Milliye’nin meclisi olduğunu, Ata’sının ilkelerini unutan milletin vekillerine  bir tokat gibidir…
-" Öğretmen maaşlarını geçmesin."


http://www.memurhaberleri.net/haber_detay.asp?haberID=5309

26 Aralık 2011 Pazartesi

ÜLKEMİZDE YAŞAYIP KENDİ TARİHİNDEN HABERSİZLERE DERSİM’DE NELER OLDUĞUNU YABANCILAR ANLATSIN!


Komünist Enternasyonal’in yayın organı “RUNDSCHAU”, 29 Temmuz 1937 tarihli sayısında, Dersim’de yaşananları özetle şöyle duyurmuştur;

“İki ayı aşkın bir zamandan beri Ankara Hükümet’i, Dersim Bölgesindeki Kürt aşiretlerinin yeni bir gerici ayaklanmasını bastırmakla uğraşıyor. Ağalar, kendi yönetim ve yargı yetkileri altında bulunan ahaliden işlerine geldiği gibi vergi alıyor. Bölge gençlerinin büyük bir kısmı, askere gidecek yerde, aşiret reislerinin muhafız birliklerine fedai olarak giriyor. Bugün, Kemalist hükümetin enerjik reformları yüzünden kendi iktidarlarını tehdit altında hisseden feodal unsurların ümitsiz bir direnişiyle karşı karşıya bulunuyoruz. İsyanın arifesinde, tapu kadastro idaresi aşiret reislerinin elinde bulunan halka ait malların incelenmesi ve saptanmasına ilişkin hükümet önlemlerini uygulamaya başlamıştı. Bu durumda feodalizm, kendi yasa dışı egemenliğinin iktisadi temellerini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu hissetti. İşte, özellikle bu önlem, isyana yol açan neden olmuştur.”

(Cumhuriyet Yalanları 2. Kitap – Sinan Meydan, syf 456-457)

23 Aralık 2011 Cuma

21 Aralık 2011 Çarşamba

Konfüçyüs'e Göre 5 Ağır Suç

Konfüçyüs, Hükümdar'ın isteği üzerine bir süre için şehrin yönetiminde olmayı kabul etti.
Yedi gün izledi. Yedinci gün yüksek memur Sao-Ceng'i idam ettirdi, cesedin üç gün açıkta
kalmasını emretti.
Öğrencileri çok şaşırdılar, yanına gittiler ve sordular:
"Sao-Ceng bu şehirde hatırlı ve kuvvetli bir adamdı. Şimdi şehrin yönetimini aldıktan sonra ilk işiniz onu astırmak oldu.Bu yaptığınız dogru mudur? Bildigimiz kadarıyla bu adam haydutluk,
hırsızlık yapmamıştı..."
Konfüçyus
"Yaptığımın nedenlerini size açıklayayım" dedi ve anlattı:
"Dünyada beş ağır suç vardır. Haydutluk ve hırsızlık Bunların arasında değildir, daha sonra gelirler. Bu beş suç şunlardır:
Birincisi uyumsuz ve asi bir tabiatla birlikte gözüpeklik;
İkincisi aşağılık bir hayat tarzıyla birlikte inatçılık;
Üçüncüsü çenesinin kuvvetli olmasıyla birlikte yalancılık;
Dördüncüsü herkesin ayıbını, kusurunu aklında tutmakla birlikte
herkesle dost geçinmek;
Beşincisi hak ve adalet duygusu olmamakla birlikte yaptığı haksızlıkları
süslü ve parlak gerekçeler arkasına gizlemek...
Sao-Ceng'de bunların beşi de vardı. Nereye gitse taraftar topluyor,
Hizipler yaratabiliyordu; aldatıcı fikirlerini parlak konuşmalarının
arkasına gizleyebiliyordu; Zulmüyle adaleti tersine çevirebiliyordu.
Aşağılıklar birleştiği zaman ortaya çok güçlü bir kötülük çıkar.Ben de şehir halkı için tasalanmak yerine bu adamı idam ettirmeyi tercih ettim..."

BİZİM ELLERİMİZ BİLHASSA TEMİZDİR…İSMET İNÖNÜ (LOZAN GÖRÜŞMELERİNDE VERDİĞİ SÖYLEV’DEN)

Osmanlı Hükümeti, 27 Mayıs 1915 tarihli kanunla ; Ordu, Bağımsız Kolordu ve Tümen
Komutanlıkları’ na, askeri sebeplere dayanarak, casusluk ve hainliklerini hissettikleri bölge halkını, tek tek veya toplu olarak memleketin diğer bölgelerine gönderebilmelerine yetki verdi.
Başta Van olmak üzere yurdun pek çok yerinde başlayan Ermeni isyan ve katliamlarına önlem almak amacıyla yapılan yer değiştirme, doğrudan doğruya cephelerin güvenini sarsacak Erzurum, Van, Bitlis, Mersin, İskenderun gibi bölgelerde uygulandı.
Yer değiştirme uygulaması daha sonraları, isyan çıkaran, düşmanla işbirliği yapan ve Ermeni
komitacılarına yataklık eden diğer vilâyetlerdeki Ermenileri de kapsayacak şekilde genişletildi.
Başlangıçta Katolik ve Protestan Ermeniler uygulamanın dışı bırakıldıkları halde, daha sonra bunlardan zararlı faaliyetleri görülenler de göç ettirildi.
Osmanlı Devleti, bu kanunun yayınlandığı günlerde çıkardığı bazı ek kanunlarla da göç edenlerin ve kalanların can ve mal emniyetini sağlamak için büyük bir külfete girdi.
Savaşın o çok zor şartlarında, Osmanlı Devleti bir yandan savaşırken, bir yanda da bu tehcir işini
elinden geldiğince sağlıklı bir şekilde yapamaya gayret etti.
Her şey en ince ayrıntısıyla ele alındı.
Gidenlerin mallarının nasıl korunacağı, yer değiştirmenin nasıl ve hangi yollarla olacağı, bu sırada korunmasız Ermenilerin nasıl korunacağı, gidilen yerlerde nerelere yerleşileceği, bu yeni yerlerde yaşamın nasıl olacağı, savaşın o çok zor şartlarında mümkün olduğunca en iyi şekilde plânlanmaya ve yapılmaya gayret edildi.
Sahipsiz kalan Ermeni kadın ve çocukların korunması ve bakımına özel gayret gösterildi.
Ermenilerden erkekleri bulunmayan kadınların ve küçük çocukların kış şartlarında göç ettirilmelerinin uygun olmadığı ve bunların göç ettirilmeyerek uygun köylerde iskân edilmelerini isteyen Dahiliye Nazırı (Günümüzde İçişleri Bakanı) Talat Bey’ in Elazığ Valisi Sâbit Bey’ e gönderdiği aşağıdaki yazıyı örnek olarak hatırlayalım:

Bu Bâb-ı Âlî
Dâhiliye Nezâreti
Emniyet-i Umûmiye Müdîriyeti
Husûsi:18
Şifre
Bi'z-zât hâlli
Ma‘mûretü'l-azîz Vâlîsi Sâbit Beye
Ermenilerden erkekleri bulunmayan nisvân ve sıbyânın kış hükmünü icrâya başladığı şu sırada
 mesâfât-ı ba‘îdeye sevkleri pek çok müşkilâtı dâ‘î olacağı görüldüğü ve her kâfileye mu‘temed
 me’mûrların terfikıyla bunların huhâfazaları adimü'l-imkân bulunduğu Hey’et-i Tahkîkiye Riyâseti'nden bildiriliyor. Kimsesiz nisvân ve sıbyânın sevk edilmeyerek 9 Haziran sene[1]331 târîhli ve 4530
 numaralı şifre telgrafnâmeye göre münâsib köylere tevzî‘ edilmeleri muktezîdir.
Fî 12 Teşrîn-i Sânî sene [1]331

Nâzır
Talat
***
Birinci Dünya Savaşı’ nın sonuna doğru, göç ettirilen Ermenilerin önemli bir bölümü geri döndü.
Geri dönenlere hane başına belirli bir miktar aile yardımı yapıldı ve herkesin tekrar kendi evine
yerleşmesi sağlandı.
Kurtuluş Savaşı’ ndan sonra imzalanan Lozan Antlaşması’ nın 31 nci maddesiyle de, bir zamanlar
Osmanlı Devleti vatandaşı olan herkesin iki yıl içinde Türk vatandaşı olarak Türkiye’ ye gelebileceği
karara bağlandı.
***
Kısacası, savaş gereği bulundukları yerden alınarak ülke içinde değişik bölgelere gönderilen
Ermeniler’ den isteyenler geri döndü.
Halen Türkiye Cumhuriyeti toprağında çok sayıda Ermeni vatandaşı yaşıyor, yaşayacak.
Ortada ne bir soykırım vardır, ne de soykırım yapıldığına dair bir iz.
Başlangıçta üç yüz binlerden başlayıp, üç milyonlara kadar varan rakamlarla ifade edilen Ermeni
katliâmı hikâyelerinin hiçbir dayanağı bulunmamaktadır.
Nitekim İstanbul'un işgal edildiği dönemde İngilizler ve Fransızlar, Osmanlı arşivini yeterince araştırmalarına rağmen soykırımı imâ edecek tek bir belgeye dahi rastlamamışlardır.
Şayet, Osmanlı devletinin Ermenileri “soykırım”a tabi tutmak gibi bir amacı olsaydı; bulundukları
yerlerde bu düşüncesini gerçekleştiremez miydi?
Bunun için “yer değiştirme” gibi bir uygulamaya ne gerek vardı?
Kafilelerin güvenliği, sağlığı ve geçimlerinin temini için büyük maddi fedakarlıklara ne gerek vardı?
1915 Mayısından 1916 Ekim ayına kadar yaklaşık bir buçuk yıl devam eden göç ettirme ve yerleştirme sırasında, emirler çerçevesinde ve mahallinde aldığı tedbirlerle, o günün zor savaş şartlarına rağmen, Ermenilerin can ve mallarını koruma altına almasına ne gerek vardı?
Adetâ yeni bir cephe açmış gibi idarî, askerî ve malî yükün altına girmemeye ne gerek vardı?
Bütün bu soruların cevapları, Osmanlı Devleti' nin asıl niyetinin anlaşılmasına yetecektir.
Buna rağmen, Diapora Ermenileri ve Ermenistan’ daki Ermeniler, uydurma belgelerin arkasına
gizlenerek, dünya kamuoyunu uzun süre kandırmayı başardılar.
Bu (Sözde Ermeni Soykırımı) yasa tasarısını parlamentolarında kabul eden ülkelerin sayısı her geçen
sene artıyor.
O kadar ki, bu ülkelerin çoğunda, yasa gereği, Ermeniler’ in Türkleri kestiğini söylemek bile suç
olmuştur.
Türk Milleti, bu konuda, her seviyede bilinçli ve bilgili olmak
zorundadır.
Uluslararası arenada hakkımızı savunmak için gerekeni yapmaktan da asla kaçınmamalıyız.
ABD’nin istekleri doğrultusunda hareket etmek zorunda değiliz.
Avrupa Birliği’ne girmek için taviz vermemiz de gerekmiyor.
Türk Milleti olarak bir ve bütün olalım yeter.
Verilecek her taviz, Türk Milleti' nin geleceğini satma ve ihanetten başka bir şey değildir.

Ahmet AKYOL
YALOVA
17 Aralık 2011




20 Aralık 2011 Salı

Kim yalnız; Atatürk mü, diğerleri mi?

ESKİ BİR YAZI. AMA GÜNCELLİĞİNDEN HİÇBİR ŞEY KAYBETMEMİŞ VAZİYETTE

Emperyalistler, simgelerle mücadele ediyorlar.
Emperyalistler; işgal etmeye çalıştıkları ülkenin veya yıkmak istedikleri rejimlerin, en önemli simgelerinin liderleri olduğunu biliyorlar. Emperyalizme karşı direnişin simgesi olan liderleri ortadan kaldırılırsa, o halkın yalnız bırakılıp teslim alınabileceğini biliyorlar.
'Mustafa'nın asıl amacı..
Şimdilerde yaşadığımız 'Mustafa' tartışmalarının temellerini, burada aramak gerekir. Nice rejimler yıkıldı, nice heykeller yıkıldı, ama Atatürk yıkılamadı.
Terörist dediler tutmadı, diktatör dediler, kimse inanmadı.
Emperyalistler, Atatürk'ten bir türlü kurtulamadılar.
Sağlığında kurtulamadılar; idam fermanları çıkarttılar, suikastlar düzenlettiler, ama olmadı.
En ağır tokadı, O'ndan yediler.
Ölümünün ardından da, O'ndan kurtulamadılar.
Kürtlerle denediler, yobazlarla denediler, hatta bunları iktidarlara ve meclise kadar taşıdılar, yıksınlar diye.
Yine olmadı.
Cumhuriyet yıkılma aşamasına geldi, ülke bölünme aşamasına geldi.
Türk Milleti aşağılandı, horlandı ve dağıldı.
Ama tek bir harç kaldı.
Tek yok edilemeyen gerçek: Tek adam!
Heykellerini yıktırtamadıkları, Türk Milleti'nin ve gönlünden silip atamadıkları tek gerçek!
Şimdilerde, Tek Adam'ımızı yalnızlığa mahkûm etmişler.
Tek Adam'ımızı, 'yalnız adam' haline getirmişler.
Şimdi soralım onlara:
- Atatürk'ten başka, vatanı kurtarmak için mücadele eden başka bir lider çıkmış mıdır?
- Padişah mı, İsmet Paşa mı, Enver Paşa mı, Kazım Karabekir mi, Rauf Orbay mı?
- Hangisi?
Biri vatanı satmış, yurt dışına kaçmış!
Biri vatanı kurtarmak yerine, çiftlik kurup yalnız yaşamayı tercih etmiş ve Atatürk tarafından zorla ikna edilmiş.
Biri Almanların elinde bir kukla olarak macera peşinde koşmuş, diğerleri hilafetçi olmuş ve istisnasız hepsi Türk Milleti'nin davasına ihanet etmiş.
Var mı Atatürk'ten başka bir adam ki, tüm varlığını milletin kurtuluşuna adasın?
Türk milleti için Tek Adam olsun?
Yok.
Kim yalnız?
Atatürk mü, diğerleri mi?
Peki, sorayım size:
- Atatürk'ü; millet davasında tek bırakan bunca adam mı yalnız, Atatürk mü yalnız?
- Türk Milleti, kimin peşinden gitti?
Enver'in mi, Vahdettin'in mi yoksa İsmet'in mi?
- Türk Milleti; mandacıların peşinden mi gitti, yoksa ''size ölmeyi emrediyorum'' diyen, bir komutanın peşinden ölüme mi gitti?
- Kimler yalnız adam, kim Tek Adam?
Hainler korkaktır, acizdir ve yalnızlığa mahkûmdur.
Kimse gitmez peşlerinden.
Mesela Atatürk'ü mücadelede yalnız bırakan bunca paşanın, mezarının nerede olduğunu kim bilir?
Hiç kimse.
Milli hassasiyetlerin yoğun yaşandığı günlerde, Anıtkabir ziyaretçi akınına uğrar.
Tüm eylemlerde ve gösterilerde, Atatürk posterleri taşınır.
Her Türkün; duvarında, camında veya cüzdanında, Atatürk fotoğrafı vardır.
Var mı cüzdanında Rauf Orbay'ın resmini taşıyan, ya da duvarına Enver'in posterini asan?
Yok!..
Çok uzağa gitmeyelim.
Yakın tarihimizden birçok kahraman yaratmaya çalıştılar ya, hani biri şu Can'ın belgeselini çektiği Menderes gibi, diğeri anıt mezar yaptırılan Turgut Özal gibi.
Bu adamların ölüm yıldönümlerinde, mezarları neden sinek avlar sizce?
Çünkü, ihanetin bedeli ebedi yalnızlıktır.
Yalnız olan hainlerdir!
Bir tek emperyalistler tutar ellerinden, bazen onlar da bırakır, öylece kalıverirler.
Kullanılmış bir mendil gibi kenara atılıverirler, ya da deliğe süpürülüverirler.
Tarihi ise gerçek kahramanlar yazar.
Halk kahramanların peşinden gider ve sonsuza kadar yaşatır onları.
Ölümsüzleştirir.
Atatürkler geliyor!
Atatürk'ü yalnızlaştırmaya çalışanlar, bunu önce O'nu fikirlerinden ve mücadelesinden soyutlayarak denediler.
Atatürk'ü sıradan bir devlet adamı olarak tanıttılar.
Sanki emperyalizme karşı mücadele eden O değildi, vatanı kurtaran O değildi, yıkıntıların arasından yeni bir devlet kuran O değildi.
O'nun bıraktığı ilkeler, yeni bir ideolojinin programı değildi.
Atatürkçülük, ezilen ulusların peşinden gidebileceği bir ideoloji değildi.
Şimdi; yarattıkları Atatürk'ü, her gün yeni metotlarla halkın karşısına çıkarıyorlar.
Aslında O'nu, her gün öldürmeye çalışıyorlar.
Ölüsünden bile intikam alıyorlar.
Ama her çabaları boşa gidiyor.
Sağlığında da O'ndan kurtulamadılar, yokluğunda da kurtulamadılar.
Bunca çabaya karşı; yine milyonlar, Tek Adam Atatürk'ün posterleriyle karşılarına dikiliyor.
Tüm korkuları ne biliyor musunuz?
Bir sabah kalktıklarında; milyonlarca genç, yine ''Atatürk geliyor'' diye sokaklarda olacak.
Hepsini aşabilecekler mi acaba?



16 Aralık 2011 Cuma

HAFTANIN SÖZÜ - 3

İKİ ŞEY SONSUZDUR, UZAY VE APTALLIK. BİRİNCİSİNDEN O KADAR EMİN DEĞİLİM...
(ALBERT EİNSTEİN)

14 Aralık 2011 Çarşamba

ALİŞER’İ İYİ TANIYIN!

1921’deki koçgiri isyanının çıkmasında Alişer bey’in çok büyük bir etkisi vardır. Kürt Teali Cemiyeti’nin sekreterliğin yapan Alişer, cemiyete uğrayan Kürtlere cemiyetin gazetesini okumuş, anlatmış ve Kürt bağımsızlığı hakkında bilgiler vermiştir. Alişer, sadece propaganda faaliyetleriyle Kürtleri isyana sürüklemekle kalmamış, ayrıca Ekim 1920’de etrafına topladığı 150 kişilik bir çeteyle Kemah çevresinde soygunlara başlamıştır.

Dersim isyanı sonrasında, savcı B. Hatemi Şahanoğlu’nun iddianamesine göre Alişer bey, hayatını “Kürt Davası”na adamış, her fırsatta Kürtleri isyan ettirmek için çaba harcamış bir ayrılıkçıdır;
“İsyanı hazırlayanlardan bahsederken baş tarafa Alişer’in ismini geçirmek lazımdır. Alişer, Zara’nın Ümraniye nahiyesine bağlı Ağızkir köyünde doğmuş ve şer için yaratılmış bir mahluktur. 1. Dünya Savaşı’nda Ruslara casusluk etmiş, birçok masumun ocağını söndürmüş ve sonunda Rus karargahına firar ederek işgal edilen Türk topraklarında yapmadığı melanet kalmamıştır. Mütarekeden sonra da Alişer, Seyit Rıza’nın himayesine girmiş ve Erzincan, Sivas ve Dersim yöresinde gerçekleştirilen çapulcu akınlarında başrolü oynamıştır. Milli Mücadele’de İstiklal Ordusu, Çerkez Ethem’i etkisiz hale getirirken ansızın taarruz eden Yunan kuvvetleriyle Birinci İnönü’de ölüm kalım mücadelesine girdiği sırada, Türk tarihinin en buhranlı günlerinde Alişer’i yine Koçgiri isyanının başında Pontusçularla birleşmiş ve milletin başına umulmadık gaileler çıkarmış görüyoruz. Mudanya Mütarekesi’nden sonra Alişer ve Seyit Rıza artık ayrı ayrı iki şahsiyet olmaktan çıkmış; çapul, serkeşlik ve ihanet ruhunu temsil eden bütün olmuştur.

Evrakı arasında çıkan iki belge dosyadadır. Bunlardan biri İngilizlerle Büyük Kürdistan hakkında haberleşmesine aittir. Diğeri de 1. Dünya Savaş’nda, düşman komutanlarından Dersim’de ikamet ettiği için aldığı belgedir.”

(Cumhuriyet Yalanları 2. Kitap – Sinan Meydan syf 460-461)

12 Aralık 2011 Pazartesi

ALIN SİZE “BELGE”!


Tunceli vilayeti dahilinde Ovacık Kazası jandarma birliğine tabi Diztaş karakoluna 4/2/938 tarihinde Kalan Aşireti tarafından yapılan taarruz neticesinde şehit edilen karakol komutanı ile 20 jandarma erine ait olup mütaarrızlar tarafından gasbedilen 499 lira değerindeki erzakın bilahare erlerin iaşe bedellerinden ödenmek üzere Ovacık Kazası merkezindeki bakkallardan veresiye olarak alındığı ve bunların Jandarma Genel Komutanlığı bütçesinin iaşe tertibinden verilmesi mümkin olamıyacağı anlaşıldığından, Maliye Vekaleti bütçesinin masarifi gayri melhuza tertibinden verilmesi; Jandarma Genel Komutanlığı’nın işarına atfen Maliye Vekilliği’nin teklifi üzerine İcra Vekilleri Heyeti’nin 23/6/938 tarihli toplantısında onanmıştır.”

İmza:  Reisicumhur Kemal Atatürk. Başvekil, Celal Bayar...


Yani, diyor ki...
Adamlar askerlerimizi şehit etti, üstüne erzakını çaldı, şehitlerimizin bakkallara veresiye borcu kalmasın, derhal ödeyin!