28 Eylül 2012 Cuma

HAFTANIN SÖZÜ - 31

"Kabiliyetsiz olmak bir kusur değildir, Ama karaktersiz olmak çok büyük bir kusurdur."

Mevlânâ Celâleddîn-î Belhî Rûmî (Farsça:مولانا جلال الدین محمد رومی Mevlānā Celāleddīn Muhammed Rūmī (30 Eylül 1207, Belh-17 Aralık 1273, Konya), İslam ve tasavvuf dünyasında tanınmış bir Fars (Tacik)veya Türk şair ve düşünce adamı. Mevlevî yolunun öncüsüdür

27 Eylül 2012 Perşembe

YAZINDA YARATICILIK

“… önce yazmayı öğreneceksiniz, ama sürekli okuyarak. Sonra bunun zanaat yanının öğrenilip benimsenmesi gerekir. Yaratıcılığınız işte o süreçte ortaya çıkıp anlam kazanacaktır…”

(Joyce Carol Oates, Bir Yazarın İnancı, syf 12)

26 Eylül 2012 Çarşamba

İNSAN OLMAK

Almanya'da bir Lise Müdürü, her eğitim öğretim yılı başında
öğretmenlerine şu mektubu gönderirmiş.

"Bir toplama kampından sağ kurtulanlardan biriyim.
Gözlerim hiçbir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü.
İyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odaları,
iyi yetiştirilmiş doktorların zehirlediği çocuklar,
işini iyi bilen hemşirelerin vurduğu iğnelerle ölen bebekler,
lise ve üniversite mezunlarının vurup yaktığı insanlar.

Eğitimden bu nedenle kuşku duyuyorum.
Sizlerden isteğim şudur.
Öğrencilerinizin insan olması için çaba harcayın.
Çabalarınız bilgili canavarlar ve becerikli psikopatlar üretmesin.
Okuma yazma, matematik, çocuklarınızın daha fazla insan olmasına
yardımcı olursa ancak o zaman önem taşır."

25 Eylül 2012 Salı

KUMA MI KAYAYA MI?

Çölde yolculuk eden iki arkadaş hakkında bir hikaye anlatılır.
Yolculuğun bir aşamasında iki arkadaş tartışırlar biri ötekine bir tokat atar.
Tokadı yiyenin canı çok yanar ama tek kelime etmez ve kum üzerine şu sözleri yazar:
'BUGÜN EN IYI ARKADASIM BANA BIR TOKAT ATTI.' Yıkanabilecekleri bir vahaya rastlayana dek yürümeyi sürdürürler. Tokadı yiyen yıkanırken bir batağa saplanır, boğulmak üzereyken arkadaşı tarafından kurtarılır.
Boğulmak üzere olan arkadaş tam kurtulduktan sonra bir kaya parçası üzerine şu sözleri kazır:
'BUGÜN EN IYI ARKADASIM BENIM HAYATIMI KURTARDI.'
Tokadı vuran ve sonra arkadaşının hayatını kurtaran kişi ona şöyle der;
Senin canını yaktığımda bunu kum üzerine yazın ama şimdi kayaya kazıyorsun. NEDEN?”
Öbür arkadaş ona şöyle cevap verir:
Biri bizi incittiğinde bunu kum üzerine yazmalıyız ki bağışlama rüzgarı estiğinde onu silebilsin. Ama biri bize İYİ bir şey
yaparsa onu kayaya kazımalı ki onu hiçbir rüzgar yok etmesin.”
 

'İNCİNMELERİNİZİ KUMA, GÖRDÜĞÜNÜZ İYİLİKLERİ KAYALARA KAZIMAYI ÖĞRENİN.' 

21 Eylül 2012 Cuma

HAFTANIN SÖZÜ - 30

Beni, kötülerin zulmü değil, iyilerin sessizliği daha çok korkutuyor.
Dr. Martin Luther King, Jr.
(d. 15 Ocak 1929, Atlanta, Georgia; ö. 4 Nisan 1968, Memphis, Tennessee) bir Afrikalı-Amerikalı Baptist papaz ve Amerikan yurttaş hakları hareketi önderi.
Dünya genelinde şiddet karşıtı ve ırksal eşitlik görüşleriyle tanınmaktadır ve 1964 yılında Nobel Barış Ödülü'nü kazanmıştır. Ayrıca, 1977 yılında, ölümünden 9 yıl sonra, eski ABD başkanı Jimmy Carter tarafından Başkanlık Özgürlük Ödülü'ne layık görülmüş ve onuruna Martin Luther King Günü kutlanmaya başlanmıştır. King'in en bilinen ve etkili konuşması "Bir Hayalim Var" dır.



Bu saatten sonra bana ne olacağı önemli değil. Bazıları bazı hasta beyaz kardeşlerimiz tarafından bana karşı yapılabilecekler hakkında konuşmaya başladı. Herkes gibi ben de uzun bir hayat yaşamak istiyorum. Uzun yaşamak önemli, fakat şu an bununla ilgilenmiyorum. Sadece Tanrı'nın isteğini yerine getirmek istiyorum. Ve o bana bu dağa çıkmam için izin verdi. Ve çevreme baktım, Vaadedilmiş Toprakları gördüm. Oraya sizinle beraber gidemeyebilirim. Fakat bu gece bilmenizi istiyorum ki, biz halk olarak, o Vaadedilmiş Topraklara ulaşacağız. Bu nedenle bu akşam mutluyum. Hiçbir şeyden endişelenmiyorum. Kimseden korkmuyorum. Gözlerim Tanrının gelişinin Zaferini gördü.

20 Eylül 2012 Perşembe

ASLOLAN KİTAPTIR...

“Aslında pek gazete okuyan biri değilimdir. Gazetelere sadece hızla bakarım. ‘Kitap kuşağı’na dahil sayarım kendimi. İnsan gazete okuyarak aydınlanmaz, ‘havadis’ alır, gazetecilerin çok önemsenmesi hele hele sık sık televizyonlara çıkıp ahkam kesmeleri, yorumlar yapmaları azgelişmiş toplumlara özgüdür. Aslolan kitaptır. Aslolan bilgiyi analiz edecek entellüektelliktir.”

(Soner Yalçın, Samizdat,  syf 217)

19 Eylül 2012 Çarşamba

SİİRTLİ AMCA

Adamın biri lüks bir Mercedes’le Siirt’ten geçerken yolda bir tavuğa çarpar ve tavuk ölür. O esnada tavuğun sahibi de karşıdaki Kahvenin önünde oturmaktadır.  Sürücü tavuğun parasını vererek helalleşmek ister. “-Amca, kusura bakma. İstemeyerek oldu. Parası neyse tavuğun, hemen öderim.”  der ve yoluna devam etmek ister. İster de, Siirtli amcam bırakır mı? “-Önemli değil. Gardaş, sana da geçmiş olsun. Sen iyi bir adama benziyorsun. Amma, biraz şaşkınsın. Sen çarptığın şeyin sadece bir tavuk olduğunu mu zannediyorsun?” Yolcu şaşırır. “Tabi.” der, “Çarptığım tavuktu. İşte leşi de burada!”

Siirtli amcam, adama bir çay söyler ve devam eder:
“Gel otur. Bah dinle! Bu tavuk günde bir yumurta, ayda 30 yumurta. Bir yılda: 360.  Beş senede 1800… Bunlardan her birinden civciv çıktığını, bunların da yarısının tavuk olduğunu,  her bir tavuğun bir o gadar yumurta verdiğini, falanı filanı hesaplarsak…” derken,  şoför ne yapacağını şaşırır; Ve bizim uyanık Siirtli son sözünü söyler: “Gardaş sen eyi bir adama benziyorsun; fazla bir şey istemiyek senden,  Arabanın anahtarını bırah git!”

17 Eylül 2012 Pazartesi

GERGİN ANNELER

Kız çocuklarının hayatlarının ilk iki yılında şahit oldukları, sindirdikleri ‘sinir sistemi çevreleri’ onların gerçeği nasıl yorumladıklarını, gördüklerini hayatlarının sonuna kadar etkiler. Memelilerde yapılan çalışmalar göstermektedir ki sakin bir çevre ,çerisinde mi yoksa gergin bir ortamda mı büyündüğü jenerasyonlar boyunca aileyi etkileyebilir. Michael Meaney’in grubunun yaptığı araştırmalar dişilerin kişiliklerinin ve davranışlarının annelerinin ne kadar sevecen ve sakin olduğuyla doğru orantılı olarak değiştiğini göstermiştir. Bu ilişkinin doğruluğu primatlar kadar insanlar üzerinde yapılan deneylerle de ispatlanmıştır. Gergin anneler genelde daha az sevecen olurlar ve onların gergin sinir sistemlerini hisseden kız çocuklarının gerçeği algılamaları da değişir. Bu doğuştan ne bilindiği ile ilgili değil, nörolojik düzlemde hücresel mikro devreler aracılığıyla neyin sindirildiği ile ilgili. Bu, iki kız kardeşin nasıl olup da birbirlerinden tamamen farklı göründüklerini de açıklayabilir. Görünüşe göre oğlan çocukları annelerinin sinir sistemiyle bu kadar etkileşim içine girmiyor.”

(Louann Brizendine,  Kadın Beyni  syf 39-40)

14 Eylül 2012 Cuma

HAFTANIN SÖZÜ - 29

İnsan değerini, varlığı değil yokluğu gösterir ki, yokluğu bir şey değiştirmeyenin varlığı gereksizdir.

Fyodor Mihayloviç Dostoyevski (Rusça: Фёдор Миха́йлович Достое́вский, (d: 11 Kasım 1821, Jülyen: 30 Ekim, Moskova - ö: 9 Şubat 1881, Jülyen: 28 Ocak, Sankt Petersburg), Rus roman yazarı.
Çocukluğu sarhoş bir baba ve hasta bir anne arasında geçiren Dostoyevski, annesinin ölümünden sonra Petersburg'taki Mühendis Okulu'na girdi. Babasının ölüm haberini burada aldı. Okulu başarıyla bitirdikten sonra İstihkâm Müdürlüğü'ne girdi. Bir yıl sonra istifa ederek buradan ayrıldı.Ordudan ayrıldıktan sonra edebiyata yönelen Dostoyevski'nin ilk kitabı İnsancıklar, 1846 yılında yayımlandı. Bu eserinin ardından yazdığı kitaplarla beklediği başarıya ulaşamayan Dostoyevski'nin umudu kırıldı ve politikayla ilgilenmeye başladı.
1849 yılında devlet aleyhindeki bir komploya karıştığı iddiası ile tutuklandı. On ay hapisanede kalan Dostoyevski, kurşuna dizilmek üzereyken diğer sekiz tutuklu arkadaşı ile affedildi. Cezası dört yıl kürek, dört yıl da adî hapse dönüştürüldü. Cezasını çekmesi için Sibirya'da bulunan Omsk Cezaevi'ne gönderildi. Burada geçirdiği dört yılın ardından er rütbesi ile hizmete verildi. Subaylığa kadar yükseldi. 1857 yılında Maria Dmitrievna Isayeva ile evlendi. Beş yıl boyunca görev yapan Dostoyevski, 1859 yılında özgür bırakıldı ve Petersburg'a yerleşti.
Petersburg'a döndükten sonra Ezilenler (1861) ve Ölüler Evinden Anılar (1862) adlı eserleri yazdı. Kardeşiyle birlikte iki dergi çıkardı. 1862'de arzuladığı Avrupa seyahatini gerçekleştirdi. Sara nöbetleri ve kumar bağımlılığı yüzünden maddi açıdan darlığa düştü. Bu dönemde Yeraltından Notlar (1864), Suç ve Ceza (1866), Kumarbaz (1866), Budala (1868), Ebedi Koca (1870) ve Ecinniler (1872) gibi eserleri yazdı. Eşinin ölümünden sonra sekreteriyle evlendi. Yeniden borçlandı ve kumaranelerde gezmeye başladı. Kızının ölümünün ardından büyük bir sarsıntı geçirdi. Delikanlı (1875), Bir Yazarın Günlüğü (1876) ve Karamazov Kardeşler (1879) adlı eserlerinde yazarlık hayatı boyunca konu edindiği temaları yeniden ele aldı. Karamazov Kardeşler adlı yapıtını üç yılda bitiren Dostoyevski, bir ciğer kanamasıyla yatağa düştü ve 28 Ocak 1881 tarihinde öldü. Dostoyevski için 31 Ocak 1881 tarihinde yapılan cenaze töreninde yaklaşık otuz bin kişi tabutunun arkasından yürüdü.Dünya edebiyatını en çok etkileyen ve en çok okunan yazarlardan biri olan Dostoyevski'nin eserleri birçok 20. yüzyıl düşünürünün fikirlerini derinden etkiledi.

12 Eylül 2012 Çarşamba

ANLAYABİLİYORMUYUZ?

“…Bu vatan için kollarını, bacaklarını, gözlerini kaybedenlerin vakur bir şekilde hayat mücadelesi vermelerini, ellerinin, kollarının, bacaklarının, gözlerinin olmamasını ve bu yokların onların hayatlarını nasıl etkilediğini, birileri güvenlik içinde yaşasın diye onları verdiklerini, onların, ana baba veya eşlerinin bu haber kendilerine ilk ulaştığı zaman evlatlarının ya da eşlerinin yaşadığı için şükrettiğini anlayabiliyormuyuz?
     Düşünebiliyormusunuz, iki gözünü kaybeden evladın anası babası hiç değilse evladım yaşıyor diye şükredecek… Anlayamıyoruz, kocasının kaybeden eşin vakur oluşunu anlayamıyoruz. Babasının cenazesinin ardından bayrakla koşan evladı anlayamıyoruz. Çünkü bayrak sevgisi, Türk olmanın gururu unutturulmaya çalışılıyor. Başarabilecekler mi? Anlayamıyoruz…”

(Saygı Öztürk, Sınır Ötesi Savaşın Kurmay Günlüğü syf 41-42)

10 Eylül 2012 Pazartesi

BAZAN BAKIŞ AÇIMIZ BAZI BASİT SEBEPLERİ GÖRMEYEBİLİR

Bir gün bir antropolog, bir fizikçi, bir matematikçi, bir kimyacı ve bir jeologdan oluşan grup bir bölgede araştırma yapmak için açık araziye çıkarlar...

Sonra bir anda yağmur başlar ve bunlar ıslanıp hasta olmamak için yakınlarda bulunan bir dağ evine giderler...

Evin sahibi onları odada oturtur ve sıcak bir şeyler getirmek için evin mutfağına gider...

Odada oturan grubun ilgisi bir anda sobaya çevrilir...

Çünkü adamın sobası yerden yarım metre yüksekte ve altında da taşlar dizilidir... Odadakiler bu durumu tartışmaya başlarlar.
Fizikçi :
– Köylünün sobayı yarım metre yükseğe kurmasının nedeni konveksiyon sayesinde odanın daha çabuk ısınmasını sağlamaktır, der.
Kimyacı :
– Köylü, aktivasyon enerjisini varsayarak sobayı daha çabuk yakmak için yarım metre yükseğe kurmuş, der.
Jeolog :
– Köylü, bu bölgenin fay hattına yakınlığını bildiğinden bir deprem esnasında sobanın yere değil de taşların üzerine devrilmesini ve dolayısıyla yangını önlemeyi amaçlamıştır, der...
Matematikçi :
– Köylü odayı daha verimli ısıtmak için sobayı geometrik açıdan odanın tam ortasına kurmayı amaçlamış, der.
Antropolog :
– Bu köylü eski dönemlerdeki ateşe tapmak dinine bağlı olduğundan ateşe saygı mahiyetinde bu sobayı yarım metre yukarda tutmuş, der.
Bu esnada Köylü içeri girer... Hepsi birden sobayı neden yarım metre yukarıda kurduğunu sorarlar... Köylü gayet saf bir şekilde şöyle cevap verir:
- Boru Yetmedi!

6 Eylül 2012 Perşembe

G’ NOKTASI

"Öldükten sonra Allah’ın cehennem azabından korkanların, yaşarken başkalarının hayatını cehenneme çevirmekten hiçbir vicdan azabı duymamaları nasıl açıklanır, bilemiyorum.
Çünkü benim inanmadığım kutsal kitaplar bile, en büyük cehennem azabının vicdan azabı olduğunu sezdirir.
Hile ile, iftira ile insanların hayatını çalmak, özgürlüğünü gaspetmek, onları girişi ve çıkışı tutulmuş sırat köprülerinde bekletmek, zulüm değilse nedir?
İşte o zalimlere, “
Onlar için cehennemden yataklar ve üstlerine örtüler vardır. Biz zulme sapanları işte böyle cezalandırırız (Araf Suresi, 41)”
der, Kuran.
Ama ben kendilerine, başkalarına çektirdikleri acıların aynısını çekecekleri kadar uzun bir yaşam diliyorum!
“ İnsan, yoluyla birlikte biten bir yolcudur. ” ANTOINE DE RIVAROL"
 
MİNE KIRIKKANAT

5 Eylül 2012 Çarşamba

KIZ BEBEKLER

“Kız bebekler duygusal ifadelerle ilgili doğarlar. Bir bakıştan, bir dokunuştan, çevrelerindeki iletişime geçtikleri insanların tepkilerinden anlam çıkartabilirler. Bu ipuçlarından yola çıkarak değerli, sevilebilir ya da can sıkıcı olduklarına karar verirler. Ama yüzdeki ifadeleri oluşturan işaretleri ortadan kaldırdığınızda kadın beyninin gerçeği belirmedeki temel taşlarını da ortadan kaldırmış olursunuz. Mimle kendini anlatmaya çalışan bir kız çocuğunu izleyin. Bir ifadeyi sağlamak için elinden gelen her hareketi yapacaktır. Küçük kızlar ifadesiz yüzleri yok saymazlar. Kendilerine yönelik ifadesiz bir yüzü yanlış bir şey yaptıkları yönünde bir işaret olarak yorumlarlar. Frizbiyi kovalayan köpek gibi, küçük kızlar da bir karşılık alana kadar yüzlerin peşinden koşacaklardır. Kızlar, eğer doğru hareket ederlerse bekledikleri karşılığı alabileceklerini düşünürler. Bu, yetişkin bir kadını narsist ya da duygusal anlamda uygun olmayan bir erkeğin peşinden koşmaya sürükleyen itkiyle aynı itkidir. –‘Eğer doğru hareket edersem, doğru sözleri söylersem beni sevecek.’ Depresyondaki bir annenin ifadesiz yüzünün – ya da gereğinden fazla botoks yaptırmış bir annenin yüzünün- küçük kız üzerindeki olumsuz etkisini tahmin edebilirsiniz. Yüz ifadelerinin eksikliği kız çocukları için kafa karıştırıcıdır ve hatta beklediği tepkiyi alamadığı, hak ettiği ilgiyi göremediğini düşündüğü için annesinin onu aslında sevmediğini düşünmesine kadar götürebilir. Enerjisini sonunda kendisine daha fazla tepki veren yüzlere yönlendirecektir.”

(Dr. Lounann Brizendine,  Kadın Beyni syf 35)

3 Eylül 2012 Pazartesi

BEYİN VE KİMYASALLAR

     Beyin, görme, işitme, koklama ve tatma biçimimizi şekillendirir. Sinirler duyu organlarımızdan doğrudan beynimize giderler ve bütün yorumlama işini beyin yapar. Kafaya inen ve doğru yeri tutturan bir darbe koku alamayacağımız ya da tat alamayacağımız anlamına gelebilir. Ama beyin bundan fazlasını yapar. Dünyayı nasıl kavramlara dönüştürdüğümüz belirler – birinin iyi mi yoksa kötümü olduğunu düşündüğümüzü, bugün havadan hoşlanıp hoşlanmadığımızı ya da bugünün işlerini halledip etmeyeceğimizi belirler. Bunu bilmek için nörolojik bilimlerle ilgili eğitim almış olmamız gerekmiyor. Kendinizi biraz kötü hissettiğiniz bir zamanda bir parça çikolata veya bir kadeh şarap ruh halinizin değişmesini sağlayabilir. Gri, bulutlu bir gün parlak bir güne dönüşebilir ya da sevilen birisiyle yapılan rahatsız edici bir tartışma ortadan kalkabilir çünkü bu maddeler içindeki kimyasallar beyni etkiler. Gerçekliğiniz bir anda değişebilir.”

(Dr. Louann Brizendine,  Kadın Beyni syf 32)